Поможем написать учебную работу
Если у вас возникли сложности с курсовой, контрольной, дипломной, рефератом, отчетом по практике, научно-исследовательской и любой другой работой - мы готовы помочь.
Если у вас возникли сложности с курсовой, контрольной, дипломной, рефератом, отчетом по практике, научно-исследовательской и любой другой работой - мы готовы помочь.
PAGE 190
PAGE 190NAMAZ
Namazın hakikatı
(الصلاة) Namaz lugatta “dua etmek veya hayır duada bulunmaktır”.
Allahu Tealâ bir ayet-i kerimesinde şöyle buyuruyor:
خُذْمِنْ اَمْوَالِهِمْ صَدَقَةً تُطَهِّرُهُمْ وَتُزَكِّيهِمْ بِهَا وَصَلِّ عَلَيْهِمْ اِنَّ صَلاَتَكَ سَكَنٌ لَهُمْ وَاللهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
“Onların mallarından bir zekât al ki, onunla kendilerini temiz pak edesin. Bir de onlara dua et. Çünkü senin duan onlar için huzurdur. Allah (c.c) çok iyi işiten, çok iyi bilendir.” (Tevbe suresi: 103)
Şeran namaz, belli bir takım fiiller ve özel rükünlerden ibaret bir ibadettir.
Alimlerden bazısı bu lafzın, ateş manasına gelen “sala” kökünden alındığını söylemişlerdir.
Eğri odunu…
Namazın farz oluşu
Namaz kitap, sünnet ve icma ile sabit olan farz bir ibadettir.
Kitaptan delili:
اِنَّ الصَّلاَةَ كَانَتْ على الْمُؤْمِنِينَ كِتَابًا مَوْقُوتاً
“Şüphesiz namaz müminlere vakitle belirlenmiş olarak farz kılınmıştır.” (Nisa suresi: 103)
Diğer bir ayet-i kerimede:
واقيمت لصلوة
“Namazı ikame edin…” (Bakara suresi: 43den) buyrulmuştur.
Bu ve daha birçok ayet-i kerime namazın farz olduğuna delildir.
Namazın farziyetine dair sünnetten deliller:
بُنِىَ اْلاِسْلاَمُ عَلىٰ خَمْسٍ شَهَادَةِ اَنْ لاَاِلٰهَ اِلاَّ اللهُ وَاَنَّ مُحَمَّداً رَسُولُ اللهِ وَاِقَامِ الصَّلاَةِ وَاِيتَاءِ الزَّكَاةِ وَصَوْمِ شَهْرِ رَمَضَانَ وَحَجِّ الْبَيْتِ مَنِ اِسْتَطَاعَ اِلَيْهِ سَبِيلاً
“İslâm beş temel üzerine bina edilmiştir: Allahtan başka bir ilâh bulunmadığına, Muhammedin Allah (c.c)ın elçisi olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, Ramazan orucunu tutmak, yoluna gücü yetenler için Beytullahı haccetmek.” (Buhari, İman1 no:8 1/12-Müslim: İman 5 no:16 1/45)
عَنْ جَابِرٍ رَضِىَ اللهُ عَنْهُ اَنَّهُ سَمِعَ رَسُولَ اللهِ صَلَّىاللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ : بَيْنَ الرَّجُلِ وَالشِّرْكِ تَرْكُ الصَّلاَةِ .
“Hz. Cabir anlattığına göre, Resülüllah (a.s)ın şöyle söylediğini işitmiştir. “Kişiyle şirk arasında namazın terki vardır.” (Müslim-İman)
Namazın beş vakit olarak farziyetinin Kurandan delilleri:
Namazın beş vakit olarak farziyetinin Sünnetten delilleri:
İcmadan delili: Ümmetin tamamı bir gün bir gecede beş vakit namazın farz olduğu hakkında ittifak etmişlerdir.
İbn-i Abbas (Radıyallahu Anhuma) dan rivayet olundu ki, Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Muaz îbn-i Cebel (Radıyallahu Anh) Hazretlerini Yemen'e vali olarak gönderirken ona şöyle buyurdu :
"Sen onları (evvelâ) Allah (-u Tealâ) dan başka hiç bir ilâh olmadığına ve benim Allah'ın Resulü olduğuma dair şehadet etmelerine davet et, eğer buna itaat ederlerse, onlara Allah (-u Tealâ Hazretlerini) n kendilerine her gün ve gece de beş vakit namazı farz ettiğini bildir. Eğer buna da itaat ederler (boyun eğerler) se, zenginlerinden alınıp fakirlerine verilmek üzere Allah (-u Tealâ Hazretlerini) n, onlara mallarında sadakayı (zekâtı) farz kıldığını bildir.."
(Buharî, Zekât:1, 65, Müslim, iman:29-31, Neseî, Zekât:1, 46, İbn-i Mace, Zekât:1, Darimî, Zekât:1)
Ubade İbni Samit (r.a) dan rivayet edilen bir hadisi şerifte:
عنى كبادة ين الصامت رضى الله عنه قالفال رسل الله صلىالله عليه وسلم
“Allahu Teala, beş vakti farz kılmıştır.” (Ebu Davud, Salât: 1, İbni Mace, İkamet: 194, A. B. Hanbel, 5/317, 322)
Namazın farz kılınmasındaki hikmet:
Ravzatü'l-Ahyar kitabında zikredildiğine göre İmam-ı Mukatil (Radıyallahu Anh) şöyle buyurdu: Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Mekke'deyken, iki rekât sabah, iki rekât akşam namaz kılardı. Mirac'a çıktığında beş vakit namaz farz edildi.
Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Miraç ettirildiğinde, göklerin bütün maneviyatını ve orada bulunan meleklerin ibadetlerinin çokluğunu görerek
onlara gıbta etti (imrendi). Ümmeti içinde böyle ibadetler talebinde (isteğinde) bulundu. O zaman Mevlâ Tealâ meleklerin bütün ibadetlerini beş vakit namazda topladı. Çünkü meleklerden bir kısmı kıyamda, bir kısmı rükuda, bir kısmı da secdede.bulunuyorlardı. Mevlâ Tealâ Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) e, ümmeti beş vakit namazı hakkıyla eda ettiklerinde, göklerde bulunan bütün meleklerin ibadetlerinin sevabını vereceğini vadetti (söz verdi).
Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) farz namazın elli vakitten daha aza indirilmesini istedikten sonra, Mevlâ Tealâ O'na şöyle buyurdu:
"Ey Muhammed ! Bu namazlar her gün ve gecede beş keredir, her namaz için on hasene (mükâfat) vardır. O hâlde bu (beş vakit namaz) elli (vakit) namaz (sevabı) dır." (Suyutî, Dürrü'l-Mensûr:5/183)
İşte farz namazlar ilk olarak bu ümmete elli vakitti, sonra hafiflik olsun diye beşe indirildi. Fakat sevap aynı kaldı.
Diğer bir hikmet de, şudur ki: Beş vakit namaz evvelki ümmetlerde dağınıktı (Beş vakit olarak değildi, meselâ: Bazısında sabah, bazısında öğle, bazısında sadece akşam namazı vardı). Allah-u Tealâ onları Efendimiz (Sallallahu Aleyh ve Sellem) ve ümmeti için topladı. Zira Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), dünya ve ahiretteki bütün faziletlerin mecmai (toplandığı zat) tır. O, bütün Peygamberlerden üstün olduğu gibi ümmeti de, diğer ümmetlerin arasından fazilet (şeref) te onun gibi üstündür.
Sabah namazını ilk kılan, Âdem (Aleyhisselâm) dır. Öğle namazını ilk kılan İbrahim (Aleyhisselâm) dır. İkindiyi ilk kılan Yunus (Aleyhisselâm) dır. Akşamı ilk kılan İsa (Aleyhisselâm) Yatsı namazını ilk kılan da Musa (Aleyhisselâm) dır. İşte beş vakit namazda karar kılınmanın sun budur. Şöyle de denilmiştir; Âdem (Aleyhisselâm) beş vakit namazın hepsini kılmıştı. Ondan sonra namazlar peygamberler arasında dağılmıştı. Vitir namazını ilk kılan ise miraç gecesinde Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) olmuştur. Bundan dolayı Muaz İbni Cebel (Radıyallahu Anh) den rivayet edilen bir hadis-i şerifte:
"Rabbim bana (sair ümmetlere verilen beş vakitnamaz üzerine) bir namaz ziyade etti (artırdı) O da, vitirdir." buyurdu. (Ahmed b. Hanbel: 5/242)
Namazı terk edenin hükmü:
Bilinmelidir ki, selef ve halef (önceki ve sonraki) âlimlerin ekserisi, namazı amelen terketmenin, yani farz olduğuna inanıp, tembellik yüzünden kılmamanın, insanı kafir etmeyeceği görüşünde birleşmişlerdir. İmamı Azam kılmamanın, insanı kafir etmeyeceği görüşünde birleşmişlerdir. İmamı Azam Ebu Hanife, İmamı Malik ve İmamı Şafiî (Rahimehumullah) da bu görüştedirler.
Namazı terkeen kişinin fasık olacağı ve tevbeye çağırılacağı da, bu imamlar arasında ittifak edilmiş mevzudur. Ancak tevbe etmediği taktirde, İmamı Malik ve İmamı Şafiî (Rahimehumallah) ye göre, evliyken zina eden gibi öldürülür, ancak, zina eden taşla, namazı terkeden ise kılıçla öldürülür.
Ebu Hanife (Rahimehullah), Kûfe âlimlerinin bazısı ve İmamı Şafiî (Rahimehullah) nin ileri gelen adamlarından Müzenî; bu kişinin, öldürülmeyip namaz kılıncaya kadar hapsedilmesi ve kınanması gerektiği görüşündedirler.
Bu açıklamadan anlaşıldığına göre, Matürîdî ve Eşarî mezheplerinin ulemasının ekserisi, namazı terkedenin kafir olmıyacağı kanaatine varmışlar ve namazı terkedenin kafir olacağını ifade eden hadisi şerifleri, tevil etmişlerdir.
Şöyle ki: Namazın terkedilmesini helâl gören kafir olur veya namazı terkeden kişi, kafir olmasa da, kafir işi yapmış olur. Çünkü kâfirler namaz kılmazlar veya namazı terkeden kişiler, imanlarını kurtaramayıp kafir olarak ölme tehlikesiyle karşı karşıyadırlar, gibi bir takım ilmi manalar vermişlerdir.
Onların bu husustaki başlıca delilleri:
اِنَّ اللهَ لاَيَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَادُونَ ذٰلِكَ لِمَنْ يَشَـآءُ ... (116)
“Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulması (nın günahı) nı affetmez. Ondan başkasını, dileyeceği kimse için bağışlar. (Nisa Suresi: 116 dan) Mealindeki ayeti celileyle:
629- عَنْ اِسْحٰقَ بْنِ عَبْدِ اللهِ بْنِ اَبِى طَلْحَةَ اْلاَنْصَارِىِّ عَنْ اَبِيهِ عَنْ جَدِّهِ (رضى الله عنهم) قَالَ قَالَ رَسُولُ اللهِ T » مَنْ قَالَ لاَاِلٰهَ اِلاَّ اللهُ دَخَلَ الْجَنَّةَ وَوَجَبَتْ لَهُ الْجَنَّةُ«
629. İshâk İbn-i Abdillah İbn-i ebî Talhatel Ensarînin, babasından onunda dedesinden (Radıyallahu anhum) rivayet ettikleri: “Lâ ilâhe illallah diyen cennete girdi. Ve cennet ona vacip oldu.” manasındaki hadisi şereftir. (Hakim, Müstedrek:4/251)
Hazreti Ali (Radıyallahu Anh) ve İmam Ahmed İbn-i Hanbel (Rahimehullah) den ise, namazı terkedenin kafir olduğu görüşü rivayet edilmiştir. İbn-i Mübarek, İshak ve İmamı Şafiînin bazı adamları da, sağlam hadislerin zarihinden anlaşılan mana bu olduğu için, bu görüşü kabul etmişlerdir.
Tirmizînin rivayetine göre Abdullah İbn-i Şakîk (Radıyallahu Anh) : “Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in ashabı, namazdan başka hiçbir amelin terkini küfür saymazlardı.” yani hiçbir ameli terketmenin imana zarar vermeyeceği, ancak namazın terkinin insanı kafir edeceği görüşündeydiler, demiştir. (Tac:1/141)
Hanbelilerin muteber kitaplarından biri olan el-İnsanfta: “Namaz terkeden üç kere tevbe etmeye çağırılmadıkça öldürülmez.” sözünün izahında geçen: “Buradaki tevbeye davet, dinden dönen bir kişiye, öldürülmeden evvel, tekrar dine dönmesi için yapılan bir çağırı mesabesindedir. Namazı terkettiği için kafi rolan bu kişi, namaza başlamakla islâma girmiş olur.” şeklindeki açıklama, Hanbelilerin bu husustaki görüşlerini net bir şekild ortaya koymaktadır. (El-İnsâf:402)
Münafıkların namazdan ağırlanması:
RF. 5/894
Namaz Vakitleri
Vakit, farz namazlar ile bunların sünnetleri, Vitir, Teravih ve bayram namazları ve Cuma namazı için şarttır. Bu namazların vakitlerini bilmek zorunlu bir vazifedir ve bu vakitleri gözetleyenler hakkında pekçok fazilet variddir.
Farz namazlar: Sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarıdır. Bu namazlar vakitleri girmeden önce kılınacak olurlarsa vakitlerinde iade edilmeleri gerekir.
R.F 10/402 142 NOLU HADİS
Vakitleri çıktıktan sonra kılınmaları durumunda ise, eda edilmiş olmayıp, kaza edilmiş olurlar ki Ebud-Derda (r.a) dan rivayet edilen bir hadisi şerifte Rasulullah (sav):
عنى ابى الدِ ردأرضى الله عنه قال قال رسول الله صلىالله عليه وسلم مَنْ تَرَكَ صَلاَةً مَكْتُودَةً حَتّٰى تَفُوتَهُ مِنْ غَيْرِ عُذْدِ فَقَدْ حَبِطَ عَلَمُلُهُ
“Her kim, (meşru) bir mazereti olmaksızın bir vakit namazı terkedip vaktini geçirirse, muhakkak amelleri silinir.” (İbni Ebî Şeybe, el-Musannef, No:3445, 1/301)
وَ فىِ الْخَبَرِ مَنْ تَرَكَ صَلاَةً حَتّٰى مَضٰى
وَ قْتُهٰا عُذِّبَ فىِالّٰنارِ حُقُباً
Haberde varid olduğu üzere:
“Herkim, vakti geçinceye kadar namazı terkederse, cehennemde seksen sene azabedilecek-tir.” Diğer rivayette: ثُمَّ قَضٰى “Kaza etse de” buyrulmuştur. (İsmail Hakkî, Rûhul-beyan, 1/34, 2/276, İmam-ı Rabbanî, el-Mektûbât, 1/274)
Bu haberde geçen “hukub” tabiri 80 sene demektir. Her sene 360 gün kabul edilip, ahiretin her bir günü ise dünya senelerinde 1.000 (bin) senedir. Yani bir vakit namazı kazaya bırakmak öyel büyük bir günahtır ki Allahu Teala onun cezasını tam olarak verecek olsaydı elbette kuluna bu kadar sene azab ederdi. Velakin tevbe edip kaza eden kuluna ceza vermeyerek teberrümde (iyilik) bulunacaktır. (Ravzatül Ulema, Ruhul Beyan 2/276-277)
عَنْ اُمِّ فَرْوَةَ رَضِىَ اللهُ عَنْهُمَا : (وَكَانَتْ مِمَّنْ بَايَعَ النَّبِىَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَتْ : سُئِلَ النَّبِىُّ صَلَّىاللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ اَىُّ اْلاَعْمَالِ اَفْضَلُ ؟ قَالَ : اَلصَّلاَةُ ِلاَوَّلِ وَقْتِهَا .
“Ümmü Ferve (R.anha) ki, Resülullah (a.s)a biat edenlerden biri idi anlatıyor: Resülüllah hangi amel eftaldir diye sorulmuştu, şu cevabı verdi: “İlk vakitlerinde kılınan namaz.” (Ebu Davut-salat. Buhari 9 No: 426, 1/169 - Mevakıt 4 No:504, 1/197))
Namazı kabul olunmayacak kimseler:
15-16-17
Beş vakit namaz ve salât-ı vusta (orta namazı) ın fazileti:
Salât-ı Vusta hangi namazdır? meselesine gelince, bunu tayin asla mümkün değildir. Hâzin Tefsirinde zikredildiğine göre, Sahabe-i Kiram ve onlardan sonra gelen ulema, Salâtı vusta'nın tayini hakkında ihtilaf etmişlerdir.
1. Bu, sabah namazıdır. Ömer, ibni Ömer, ibni Abbas, Muaz, Cabir, İkri-me, Mücahid ve Rabf İbn-i Enes (Radıyallahu Anhüm) in görüşleri budur. Malik ve Şafiî (Rahimehumallah) da böyle buyurmuştur.
Sabah namazı, kışın soğuk, yazın uykunun tatlı, azanın gevşek, bedenin ağır ve bütün insanların gafil olduğu bir zamana rastladığından beş vakit namaz içinde özellikle anılmıştır.
Ayrıca Allah-u Tealâ Hazretleri bunun akabinde
"Allah için kunût edici olduğunuz hâlde kaim olun" buyurmuştur ki, Kunût: uzunca ayakta durmak demektir. En çok ayakta durulan namaz ise sabah namazıdır. Bir ayeti kerimesinde MevlâTealâ:
"Şüphesiz fecrin kuranı (sabah namazı) meşhut olmuştur." (İsra Suresi:78 den) yani gece ve gündüz melekleri onda hazır bulunduğundan o namaz hem gece, hem de gündüz meleklerinin divanında yazılıdır. Buyurarak sabah namazını tahsis etmiştir ki, bu da onun üstünlüğüne delâlet etmektedir.
Sabah namazı gündüzün iki namazı ile gecenin iki namazı arasında bulunması itibarıyla da, orta namaz vasfına sahiptir.
2. Bu namaz, öğle namazıdır. Bu, Zeyd ibni Sabit, Üsamet ibni Zeyd, Ebu saîd el Hudrî ve Aişe (Radıyallahu Anhum) dan rivayet edilmiştir. Abdullah ibni Şeddat da böyle buyurmuştur.
610. Zeyd ibni Sabit (Radıyallahu Anh) in rivayetine göre, Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) öğle namazını, zevalden hemen sonra kıldırırdı. Ashabına ondan daha meşakkatli hiç bir namaz kıldırmadı. "Namazlara ve orta namaza devam edin" ayeti kerimesi inince, Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve sellem): "Ondan önce iki namaz ve sonra iki namaz vardır." buyurdu. (Ebu Davud, Salât:5, Ahmed İbni Hanbel 5/183)
Öğle namazı gündüzün ortasında ve hararetin şiddetli zamanında olduğundan Sahabe-i Kirama en ağır gelen bir namazdı. Nitekim:
611. İbni Abbas (Radıyallahu Anhüma) dan rivayet edilen bir Hadisi Şerifte: "İbadetlerin en üstünü en zor olanıdır." (el-Aclunî, Keşfül hafâ:1/175) buyurul-duğundan öğle namazı efdal(en üstün) olmuştur.
3. Bu, ikindi namazıdır. Bu görüş, Ali, İbni Mes'ud, Ebu Eyyüb, İbni Ömer, İbni Abbas, Ebu Saîdil Hudrî, Aişe (Radıyallahu Anhüm) dan rivayet edilmiştir. Ve bu, Ebu Ubeydetes Selmânî, Haseni Basrî, İbrahim-i Nehaî, Katade, Dahhâk, Kelbî ve mukatil (Radıyallahu Anhum) un görüşleridir.
Ebu Hanife, Ahmed, Davud ve İbni Münzir'de böyle hükmetmişlerdir. Tirmizî buyurmuştur ki, Sahabe-i Kiram ve onlardan sonra gelenlerin ekserisinin sözü budur.
Şafiî ulemasından Mâverdî: İmam-ı Şafiî, ikindi hakkındaki sahih hadislere rastlamadığı için bunun sabah namazı olduğunu söylemişse de, onun mezhebi, Hadise uymak olduğundan bu hususta sağlam hadisleri görseydi, o da bu görüşe dönerdi. demiştir.
612. Ali ibni Ebî Talib (Radıyallahu Anh) dan rivayet edildiğine göre: Biz Hendek harbi gününde Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in beraberinde bulunduk. O: "Allah bu müşriklerin kabirlerini ve evlerini ateş doldursun! Çünkü onlar, bizi ta güneş batıncaya kadar orta namazını kılmaktan alıkoydular; orta namazı İkindi namazıdır." buyurdu, (Buharî Deavât:58, Tefsiri Sure:2/42, Cihâd:98, Megâzî:29, Müslim Mesacid:202-206, Ebu Davud, Salât:5, Tirmizî, Tefsiri sure:2, Neseî, Salât: 19, İbni Mace, Salât:6, Ahmed ibni Hanbel, 1/79, 113, 122, 126, 135, 137, 146, 150, 152, 404, 456,)
613. Semuretebni Cündüb (Radıyallahu Anh) dan rivayet edilen bir Hadisi Şerifte, Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Orta namaz, ikindi namazıdır" buyurdu. (Tirmizî, Salât:l33)
614. Ebul Melih (Radıyallahu Anh) şöyle demiştir: Biz, bulutlu bir günde Büreyde ile gazvede bulunduk. Bureyde (Radıyallahu Anh) şöyle dedi: İkindi namazını ta'cil ediniz (acele kılınız). Çünkü Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Herkim ikindi namazını (kasten) terkederse, ameli batıl olur" buyurdu. (Buhari, Mevakıt:l6, Neseî, Salât :15)
615. İbni Ömer (Radıyallahu Anhuma) dan rivayet edildiğine göre, Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "İkindi namazını kaçıran kimse, sanki ehlini ve malını elinden kaçırmış gibidir." buyurdu. (Buharî, Mevakit: 15, Müslim, Mesacid:200, Ebu Davud, Salât:5, Tirmizî, Salât:l28, Neseî, Salât:l7, Muvatta', Vaktussalât:2l)
616. Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) nın azatlısı Ebu Yunus (Radıyallahu Anh) şöyle dedi: Aişe (Radıyallahu Anha) kendisine bir mushaf yazmamı bana emretti ve: "Namazlara, orta namaza devam edin." ayeti celilesine vardığında bana haber ver dedi. Ben o ayeti kerimeye varınca kendisine haber verdim. Onu bana şöyle yazdırdı: "Namazlara, orta namaza ve ikindi namazına devam edin! Hem Allah için kunut ederek kaim olun (tevazuyla namaz kılın!)" Aişe (Radıyallahu Anha): "Ben, bunu Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) den duydum." dedi. (Müslim, Mesacid: 207, Ebu Davud, Salât:5, Tirmizî, Tefsin Sure:2, Neseî, Salât:6, Muvatta, Salât: 25)
Hazreti Ali (Radıyallahu Anh) dan rivayet edilmiştir ki: "Orta namaz, Süleyman (Aleyhisselam) ın (atları seyrederken) kaçırdığı ikindi namazıdır." (Ali el Müttekî, Kenzül Ummal:2/363,No:4256)
İkindi namazı, insanların dünya işlerine daldırdığı bir zamana rastladığından, muhafazasına özellikle dikkat çekilmiştir.
İkindi namazı da, gecenin iki namazıyla, gündüzün iki namazı arasında bulunduğundan Salât-ı Vusta'dır.
4. Bu, akşam namazıdır. Kubeysatübnü Züeyb böyle buyurmuştur. Akşam namazı, gündüzün beyazlığı ile gecenin siyahlığı arasında bulunup, iki rekat'tan fazla, dört rekattan az olduğundan, ayrıca seferde kısaltılmadığından gündüzün vitri sayılır. Birde Cibrîl-i Emin, Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) e ilk defa öğle namazında imam olduğundan, akşam namazı Vusta (orta) olmuş olur.
617. Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) dan rivayet edilen bir hadisi şerifte Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Şüphesiz Allah katında namazların en üstünü akşam namazıdır. Onu ne misafir (yolcu) dan, nede mukîm (evinde duran) dan indirmemiştir (misafire de mukime de üç rekâttır). Allah (-u Tea-lâ) gece namazını onunla başlatmış, gündüz namazını da onunla bitirmiştir. Akşamı kılıp peşinden iki rekât kılana Allah (-u Tealâ) cennette bir köşk yapar. Ondan sonra dört rekât kılanın da (bir rivayette) yirmi (diğer bir rivayette de) kırk senelik günahlarını affeder." buyurdu. (Kurtubi:3/210)
618. Cerîr (Radıyallahu Anh) şöyle demiştir: Bizler, Peygamber (SallallahuAleyhi ve Sellem) in yanında bulunuyorduk. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
bir gece; yani ayın ondördü olan bedr gecesi aya baktı da, şöyle buyurdu: "Sizler şu ayı, görülmesinden hiç biriniz mahrum olmaksızın (yahut birbirinize gösterebilmek için sıkışıp üst üste yığılmanıza hacet kalmaksızın) hepiniz zahmetsizce görüyor olduğunuz gibi, Rabbinizi de muhakkak öylece göreceksiniz. Artık güneşin doğmasından ve batmasından evvelki namazların hiç birinden alıkonmamanı-za muktedir (güçlü) olursanız onu yapın. Sonra şu ayeti okudu:
"Rabbini, güneşin doğuşundan evvel ve batışından önce hamd ile teşbih et." (Kâf Suresî:39) (Buharî, Mevakît:16)
619. Ebu Bekir İbn-i Umaretebni Rueybe'nin, babasından rivayetine göre Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Güneşin doğmasından ve batmasından önce namaz kılan yani sabah namazıyla ikindiyi eda eden bir kimse asla cehenneme girmeyecektir!" buyurdu. (Ebu Davud, Salât:9, Neseî, Salât:13,21,Ahmed İbn-i Hanbel:4/136,261)
620. Ebu Musa'nın oğlu Ebî Bekr, babasından rivayet etti ki, Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "İki serinlik namazını (sabah ve ikindi namazlarını) herkim kılarsa cennete girdi." buyurdu. (Buharî, Mevâkît:26, Müslim, Mesacid-215, Darimî, Salât:136, Ahmed ibn-i Hanbel:4/80)
621. Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh) den rivayete göre, Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Bir takım melekler geceleyin, diğer takım melekler de gündüzün birbirlerini müteakıb size gelirler. Bunlar, sabah ve ikindi namazlarında toplaşırlar. Sonra aranızda kalmış olan melekler semaya yükselirler. Rableri, namaz kılmış kullarının hâllerini en iyi bilir olduğu hâlde, yine o meleklere: Kullarımı ne hâlde bıraktınız? diye sorar. Onlar da: Biz onları namaz kılar hâlde bıraktık ve yanlarına da namaz kılarlarken varmıştık, derler." (Buharî, Mevakıt:l6, Tevhid: 23, 33, Müslim, Mesacid:210, Neseî, Salât:21, Muvatta', Sefer:82)
7. Bu namaz, yatsıyla sabahtır, bu ikisinin fazileti hakkındada çok hadisi şerifler vardır.
622. Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh) dan rivayet edildiğine göre Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "İnsanlar, ezan okumakta ve birinci safta ne (sevap) lar olduğunu bilseler de kur'a atmaktan başka çare bulamasalar, muhakkak kur'a atarlardı (kur'a çekmeden kimse kimseye bunu kaptırmazdı) Yine insanlar, her namazın ilk vaktinde olan fazileti bilir olsalardı, ona ulaşmak için muhakkak öne geçme yarışı yaparlardı. Yine insanlar yatsı ile sabah namazlarındaki sevabı bilselerdi, muhakkak bu iki namazın cemaatine emekleye emekleye (yahut sürüne sürüne)de olsa giderlerdi." (Buharî, Ezan:9, 32, 93, Mevakît:20, Şehadet:30, Müslim, Salât:129, Neseî, Mevakît:22, Ezan:31, Muvatta',Cemaat:6, Nida:3, Ahmed ibni Hanbel:2/278, 303, 375, 533, 6/80)
623. Übey İbni Ka'b (Radıyallahu Anh) dan rivayete göre, bir gün Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bize sabah namazını kıldırdı ve: "Filan burada mı?" dedi. (Ashab): "hayır" dediler. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tekrar: "Peki! Ya filan burada mı?" diye sordu. Oradakiler yine "Hayır" dediler. Bunun üzerine Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) "Bu iki namaz (yatsı ve sabah namazları) münafıklara en ağır gelen namazlardır. Eğer siz bu namazlardaki sevabı bilseydiniz, dizler üzerinde (emekleyerek) de olsa (bunları cemaatla kılmak için camiye) gelirdiniz. Birinci saf (Allaha yakınlık, şeytandan uzaklık, ecir ve sevap yönünden) Meleklerin safı gibidir. Siz birinci saftaki fazileti bilseydiniz, ona koşar (onun için yarışır) diniz. Muhakkak bir adamın başka bir adamla (cemaat yaparak) namaz kılması, tek başına namaz kılmasından, iki kişiyle birlikte kılması da, bir kişiyle birlikte kılmasından daha çok sevaplıdır. (Cemaat) ne kadar çok olursa Allaha o kadar sevimli olur." buyurdular. (EbuDavud, SaIât:47, Neseî, İmame:45, ibni Mace, Mesacid:l8, Ahmed ibni Hanbel: 5/145)
624. Osman ibni Affân (Radıyallahu Anh) dan rivayet edildiğine göre, Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Yatsı namazını cemaatla kılan kimse o gecenin yarısını namaz kılmakla geçirmiş gibidir. Yatsı ve sabah namazlarını cemaatla kılan kimse o gecenin tamamını namaz kılmakla geçirmiş gibi Sevap alır." (Ebu Davud, Salât:47, Müslim, Mesacid:260, Tirmizî, Salât:5l, Muvatta', Cemaat:7, İbni Huzeyme, Sahih:2/365)
8. Salât-ı Vusta, beş vakit namazdan belli olmayan biridir. Çünkü Allah-u Tealâ Hazretleri beş vakit namazı emrettikten sonra, Salât-ı Vusta'yı ona atfetmiş, Ayeti Celilede de bunun hangisi olduğunu belirtmemiştir, böyle olunca beş vakit namazdan her hangi birine "Vusta" demek mümkündür.
Allah-u Tealâ Hazretleri, kullarını beş vakit namazın hepsini tam manasıyla muhafaza etmeğe teşvik için bu namazı gizlemiştir. Allah-u Tealâ Hazretleri, kadir gecesini, Ramazan-ı Şerif ayında, duanın kabul saatini cuma gününde, ismi Azamı da bütün isimleri içinde bunun için gizlemiştir. Ulemadan bir çoğu bu mezhebi seçmiştir.
Muhammed ibni Şîrîn buyurmuştur ki: Bir adam, zeyd ibni Sabit hazretlerine, Salât-ı Vusta'nın hangi namaz olduğunu sorduğunda, O: "Bütün namazlara devam et ki, onu bulursun." buyurmuştur.
Rabî' İbni Haysem hazretlerine de, aynı soru sorulduğunda, sorana: "Sen o namazın hangi namaz olduğunu buseydin, ona devam edip diğerlerini terk mi edecektin?" buyurdu. Soran kişi "Hayır." deyince, Rabî' Hazretleri: "O hâlde, hepsine devam edersen Vusta'yı da bulmuş olursun" dedi.
Nesefî, Alusî ve Ebu Hayyân el Endelûsî, meşhur olan bu sözlerin dışında, cuma namazı, korku namazı, vitir namazı, bayram namazları ve kuşluk namazı olduğu hakkında da bir takım görüşler açıklamışlardır. Ancak İmamı Hazin'in de buyurduğu gibi, bütün bu sözlerin içersinde en doğru olan ikindi namazı oluşudur. Çünkü bu hususta geridede zikredildiği gibi hadisi şerifler vardır. İbni Cerîr-i Taberî de tefsirinde bu görüşü seçmiştir.
Namazın önemini ifade eden hadis-i şerifler:
عَنْ اَنَسِ بْنِ مَالِكٍ (رضىالله عنه) قَال رَسُولُ اللهِ (سلىالله عليه وسلم) : مَنْ صَلَّى صَلاَتَنَا وَاسْتَقْبَلَ قِبْلَتَنَا وَاَكَلَ ذَبِيحَتَنَا فَذٰلِكَ الْمُسْلِمُ الَّذِى لَهُ ذِمَّةُ اللهِ وَذِمَّةُ رَسُولِهِ فَلاَ تُخْفِرُواللهَ فِى ذِمَّتِهِ *
Enes ibn-i Malik (Radıyallahu Anh) den rivayete göre, Resülüllah (Sallallhu aleyhî ve Sellem) şöyle buyurdu: "Her kim bizim namazımızı kılar (kıldığımız na-
maza inanıp bizim gibi kılar), kıblemize yönelir ve kestiğimizi yerse, o zat öyle bir müslümandır ki, ona Allah (-u Tealâ'n) ın zimmeti, (Ahd-ü emanı, koruma sözü) Resulünün de zimmeti vardır. Sakın siz Allah (-u Tealâ'n) ın zimmetinde (emniyetinde olan bir kimseye dokunarak), Allah'a hiya-net etmeyin."
Yani böyle müminlere taarruz etmeyin, dokunmayın. (Buhari, Salât:18, Müslim,Edâhî:6, Tirmizî, Salât:51, Nesaî, iman:9, İbn-i Mace, Fiten:6, Daritnî, Salat:126, A. b. Hanbel:4/312, 5/10)
عَنْ اَبِىهُرَيْرَةُ )رضىالله عنه) قَال رَسُولُ اللهِ (سلىالله عليه وسلم): اَرَاَيْتُمْ لَوْ اَنَّ نَهْرًا بِبـَابِ اَحَدِكُمْ يَغْتَسِلُ فِيهِ كُلَّ يَوْمٍ خَمْسًا مَاتَقُولُ ذٰلِكَ يُبْقِى مِنْ دَرَنِهِ قَالُوا لاَيُبْقىِ مِنْ دَرَنِهِ شَيْئًا ؟ قَالَ: فَذٰلِكَ مَثَلُ الصَّلَوَاتِ الْخَمْسِ يَمْحُوا اَللهُ بِهَا الْخَطَايَا *
Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh) den rivayet olundu ki, Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Gördünüz mü? (söyleyiniz) birinizin kapısının önünde bir nehir bulunupta, günde beş vakit o suda yıkansa, bu (beş kere yıkanma) o kişinin vücudunda kirden bir şey bırakır mı (ne dersiniz ? buyurdu. Sahabe-i Kiram): "Kirinden bir şey bırakmaz." dediler. Bunun üzerine Resülüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) : İşte beş vakit namazın misali budur. Allah-u Tealâ Hazretleri onlar sebebiyle (o kişinin) hataları (nı) mahveder, (siler)" buyurdu. (Buharî, Mevakît:6, Müslim, Mesacid:283, Tirmizî, Edeb:80, Neşet, Salât:7, İbn-i Mace, İkame:193, Darimi, Salât:1, Ahmed b. Hanbel:l/72, 2/379,426,441, 3/305, 317, 357)
عَنْ حُذَيْفَةَ (رضىالله عنه) قَال رَسُولُ اللهِ (سلى الله عليه وسلم): فِتْنَةُ الرَّجُلِ فِى اَهْلِهِ وَمَالِهِ وَوَلَدِهِ وَجَارِهِ يُكَفِّرُهَاالصَّلاَةُ وَالصَّوْمُ وَالصَّدَقَةُ واَلاَمْرُ وَالنَّهْىُ
Huzeyfe (Radıyallahu Anh) den rivayet edildi ki, Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Bir kimsenin ehli (ailesi), malı, evlâdı ve komşusu sebebiyle duçar olacağı (düşeceği) fitneyi (suç ve günahı), o kimsenin namazı, orucu, sadakası ve iyiyi emredip kötülükten menetmesi mahveder (siler)." buyurdu. (Buharî, Mevakît:4, Zekât:13,23, Savm:3, Fiten:17, Mezahib:25, Müslim, İman:231, Fiten::6,25,27,1. Mace, Fiten.-9, Tirmizî, Fiten:71, A. b. Hanbel:5/386, 401, 405)
İbn-i Mesut (Radıyallahu Anh) dan rivayet olundu ki, ashapdan biri: "Ya Resülellah ! Cenab-ı Hakkın indinde en makbul ve en sevgili amel nedir ?" diye sual ettiğinde (sorduğunda), Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
الصَّلاَةُ عَلىٰ وَقْتِهَا ، ثُمَّ بِرَّ الْوَالِدَيْنِ ، ثُمَّ الْجِهَادُ فِى سَبِيلِ اللهِ *
"Vaktinde (eda edilen) namaz. Sonra, Ana Baba'ya ihsan (iyilik) etmek, sonra Allah yolunda cihad etmektir." buyurdu. (Buharî, Mevakît:5, cihad:1, Edebil, Tevhîd:48, Müslim, iman:137, 140, Ebu Davud, Edeb:120, Tirmizî, Salat:13, Binil, 2, Neseî, Mevakit:51, İbn-i Mace. Edebil, Ahmed İbn-i Hanbel:l/181, 186, 410, 418, 421, 439, 444, 448, 451, 5/368)
عَنْ عُقْبَةَ بْنِ عَامِرٍ (رضىالله عنه) قَال رَسُولُ اللهِ )سلى الله عليه وسلم): مَامِنْ مُسْلِمٍ يَتَوَضَّاُ فَيُحْسِنُ وُضُوءَهُ ثُمَّ يَقُومُ فَيُصَلّىِ رَكْعَتَيْنِ مُقْبِلٌ عَلَيْهِمَا بِقَلْبِهِ وَوَجْهِهِ اَلاَّ وَجَبَتْ لَهُ الْجَنَّةُ *
Ukbetübnü Amir (Radıyallahu Anh) dan rivayet olundu ki, Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Herhangi bir müslüman abdest alır ve abdesti (kitapların beyan ettiği sünnet üzere) güzel yapar, sonra kalkar iki rekât namaz kılar, kalbiyle ve yüzüyle o iki rekâta yönelirse muhakkak o kimseye cennet vacip olur." (Müslim, Taharet:17)
عَنْ اَبِى هُرَيْرَةَ (رضىالله عنه) قَال رَسُولُ اللهِ (سلى الله عليه وسلم): لِكُلِّ شَىْءٍ صَفْوَةٌ وَصَفْوَةُ اْلايِمَانِ الصَّلاَةُ
Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh) den rivayete göre, Resülüllah (Sallallahu Aleyhi e Sellem): "Her şeyin bir hulâsası (özü) vardır. İman'ın özü de, namazdır." buyurdu.
عَنْ عَلِىٍّ (رضى الله عنه) قَال رَسُولُ اللهِ (سلى الله عليه وسلم): اَلصَّلاَةُ عِمَادُ الدِّينِ *
Hazret Ali (Radıyallahu Anh) den rivayete göre, Resülüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Namaz dinin direğidir." buyurdu. (Deylemî, El-Firdevs :2/404)
Yani her kim onu ikame eder (vakti vaktinde hakkıyla kılar) sa, muhakkak dinini ikame etmiş (ayakta tutmuş) olur, her kim onu terkederse, muhakkak dinini yıkmıştır.
عَنْ عُبَادَةَ بْنِ الصَّامِتِ (رضىالله عنه) قَال رَسُولُ اللهِ (سلى الله عليه وسلم): خَمْسُ صَلَوَاتٍ اِفْتَرَضَهُنَّ اللهُ تَعَلىٰ مَنْ اَحْسَنَ وُضُوئَهُنَّ وَصَلاَّهُنَّ لِوَقْتِهِنَّ وَاَتَمَّ رُكُوعَهُنَّ وَخُشُوعَهُنَّ كَانَ لَهُ عَلَى اللهِ عَهْدٌ اَنْ يَغْفِرَ لَهُ ...
Ubade Ibn-i Samit (Radıyallahu Anh) den rivayete göre, Resülüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Beş vakit namazı, Allah-u Tealâ (kulları üzerine) farz kılmıştır. Her kim onların abdestlerini güzel (sünnetlerine riayet ederek) alırsa ve onları vakitlerinde kılarsa, rükûlarını tamamlarsa (tadil-i erkân üzere
kılarsa) ve huşularmı da tamamlarsa (kalbini namazda hazır edip, fikrinden dünya meşguliyetlerini atarak huzur üzere kılarsa), Allah-u Tealâ üzerine, o kişiyi af edeceğine dair kuvvetli bir söz vardır. Yani her kim namazları bu şekilde kılmazsa, onun için, Allah-u Tealâ Hazretleri indinde hiç bir ahid (verilmiş hiç bir söz) yoktur, dilerse affeder, isterse azap eder." (Ebu Davud, Salât:1, İbn-i Mace, lkamet:194, A. b. Hanbel: 5/317,322)
Yine Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Namazı terkeden muhakkak küfretmiş (kâfir olmuş) olur." buyurdu. (El-Adunî, Keşfu'l-Hafâ2/312)
Gerçi bu hadis-i şerifdeki namazı terkten murat, Hanefilerin itikatta (inanç meselelerinde) imamı olan îmam Matüridî ve ashabına (arkadaşlarına) göre, namazı itikaden (inanç bakımından) terktir. Yani namazın farziyetine (farz olduğuna) inanmayan kâfir olur demektir.
Sabah namazını ilk kılan Adem aleyhisselâm-dır. Adem aleyhisselâm bu namazı cennetten çıktıktan sonra kılmıştır. Yer yüzüne indiğinde gece idi. Hz. Adem daha önce böyle bir şey görmediğinden korkmuştu. Sabah aydınlanınca Allah (c.c)a şükretmek için iki rekat namaz kılmıştı. (İbn-i Abîdin Dürrül-Muhtar cilt:1 shf:357)
Namaz vakitlerini bildiren hadis-i şerif ve rivayetler:
Bu kadar kuvvetli emirlerden sonra insanlar tabaka tabaka oldular, bir kısmı namazı hiç kabul etmediler. Bunların Reisleri Ebu Cehil'dir. Mevlâ Tealâ onun hakkında şöyle buyurdu:
:"Ne tasdik etti (inandı), ne de namaz kıldı." (Kıyame Suresi:31)
Mevlâ Tealâ onların makamını beyan etmek üzere ayrıca şöyle buyurdu: Cennet ehli, Cehennem ehline:
"Sizi Cehennem'e ne girdirdi?" diye soracak. Onlar da cevaben :
قَالُو لَمْ نَكُ مِنَ اْلمُصَلِّينَ وَلَم نَكُ نُطْعِمُ المِسْكِينَ وَكُنَّا نَخُوضُ مَعَ الْخَآ ئِضِينَ وَكُنَّآ نُكَذِّبُ بِيَوْمِ الدِّينِ
"Biz namaz kılıcılardan değildik ve fakirleri yedirmezdik, (inkâra) dalan larla bizde dalardık ve kıyamet gününü yalanlardık." diyecekler. (Mûddessir Suresi:42-46)
Bir kısmı da namazı kabul ettiler fakat eda etmedi (yerine getirmedi) ler. Bunlar ehli kitaptır, bunlar hakkında Allah-u Tealâ Hazretleri şöyle buyurdu:
فَخَلَفَ مِنْ بَعْدِهِمَّ خَلْفٌ اَضَاعُوا الصَّلَوةَ وَاتَّبَعُوا الشَّهَوَاتِ
"Onlar (geçmiş peygamberler) den sonra, bir takım kötü zürriyetler (nesiller) türedi ki, namazı zayi ettiler (kaybettiler) ve şehvetlerine (nefislerinin isteklerine) uydular."
Mevlâ Tealâ bunlarında gideceği yeri beyan etmek üzere :
فَسَوْفَ يَلْقَوْنَ غَيّـاً
"Çok yakında, Gayya (denen cehennemdeki kuyu) ya kavuşacaklardır." buyuruyor. Gayya: Cehennemin en korkunç yeridir ki, Cehennem ehli, ondan her gün bir çok kere Allah'a sığınırlar. Sonra, Mevlâ Tealâ Hazretleri devamla:
عَنْ اَبِى هُرَيْرَةَ رَضِىَ اللهُ عَنْهُمَا قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّىاللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : اِنَّ لِلصَّلاَةِ اَوَّلاً وَآخِراً وَاِنَّ اَوَّلَ وَقْتِ صَلاَةِ الظُّهْرِ حِينَ تَزُولُ الشَّمْسُ وَآخِرَ وَقْتِهَا حِينَ يَدْخُلُ وَقْتُ الْعَصْرِ وَاِنَّ اَوَّلَ وَقْتِ الْعَصْرِ حِينَ يَدْخُلُ وَقْتُهَا وَاِنَّ آخِرَ وَقْتِهَا حِينَ تَصْفَرُّ الشَّمْسُ وَاِنَّ اَوَّلَ وَقْتِ الْمَغْرِبِ حِينَ تَغْرُبُ الشَّمْسُ وَاِنَّ آخِرَ وَقْتِهَا حِيْنَ يَغِيبُ الشَّفَقُ وَاِنَّ اَوَّلَ وَقْتِ اْلعِشَاءِ حِينَ يَغِيبُ اْلاُفُقُ وَاِنَّ آخِرَ وَقْتِهَا حِينَ يَنْتَصِفُ اْللَّيْلُ وَاِنَّ اَوَّلَ وَقْتِ الْفَجْرِ حِينَ يَطْلُعُ الْفَجْرُ وَاِنَّ آخِرَ وَقْتِهَا حِينَ تَطْلُع الشَّمْسُ .
“Ebu Hureyre (Radıyallahu anha) anlatıyor: Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki: “Bilesiniz, namazın bir ilk vakti bir de son vakti vardır. Öğle vaktinin evveli güneşin tepe noktasından batıya meyil anıdır. Son vakti de ikindinin girdiği andır.
İkindi vaktinin evveli, vaktinin girdiği andır. Son vakti güneşin sarardığı andır.
Akşam vaktinin evveli, güneşin battığı andır. Vaktin sonu da ufuktaki aydınlığın (şafak) kaybolduğu andır.
Yatsı vaktinin evveli ufuğun kaybolduğu andır. Vaktin sonu da gecenin yarısıdır.
Sabah vaktinin evveli fecrin doğmasıdır. Vaktin sonu da güneşin doğmasıdır.” (Tirmizi-Salat, 114 no:151, 1/283, İbni Ebî Şeybe, Kitabus-salât, 91/3, 1/351)
R.F 5/627-628 İN TAMAMI
Sabah namazının vakti
İkinci fecrin (fecr-i sadık) doğmasından güneşin doğmasına kadar olan zamandır.
Fecr-i sadık: Ufukta genişliğine yayılan bir beyazlıktır.
Öğle namazının vakti
Öğle namazının vakti güneşin zevalinden (yani; gökyüzünün ortasından batıya meylettiği zamandan) itibaren başlar. İmam-ı Azam (Rahimehullah)a göre her şeyin gölgesi iki misli oluncaya kadar devam eder. Bu iki misli gölgeye fey-i zeval dahil değildir.
Fey-i zeval: Güneşin gök yüzünün orta noktasından Batıya doğru meyletmesinden az önceki gölgedir. Diğer bir ifadeyle güneşin istiva halindeki gölgesidir.
İstiva hali: Güneşin gök yüzünün orta noktasına ulaşması halidir.
İmameyn (Ebu Yusuf ve İmam-ı Muhammed)e göre ise, her şeyin gölgesi bir misli oluncaya kadar devam eder. Aynı şekilde bu bir misli gölgeye fey-i zeval dahil değildir.
Fey-i zeval dışında her şeyin gölgesinin iki misli olduğu bu zamana Asr-i sani denir. Bir misli olduğu zamana ise Asr-i evvel denir.
Hanefi imamları arasındaki ihtilâftan kurtulmak için öğle namazını asr-ı evvelde, ikindi namazını ise asr-ı saniden sonra kılmak gerekir. Çünkü bu durumda öğle ve ikindi namazları ittifakla vakitlerinde kılınmış olurlar.
İbn-i ağabeydin Dürrül muhtarında: Bir kimse ikindi namazını gölgenin iki misli olduğu zamana kadar geciktirmesinden cemaata yetişememek lâzım gelirse geciktirmek mi evladır, geciktirmemek mi? sorusunu sormuş ve şu cevabı vermiştir:
Zahir olan, birincisidir (yani; geciktirmenin evlâ olmasıdır.) Hatta İmam-ı Azam (Rahimehullah)ın görüşünü tercih gerektiğine inanan kimse için bu lâzımdır. (cilt:1 shf:309)
İkindi namazının vakti
İkindi namazının vakti öğle namazının vakti çıktığın andan itibaren başlar, güneşin batmasıyla son bulur.
İmam-ı Azam ile imameyn (Rahimehumullah) arasında vakı olan öğle namazının son vakti hususundaki ihtilâf, ikindi namazının başlama vaktinde de ihtilâf etmiş olmalarını gerekli kılmıştır.
Yani; İmam-ı Azam (Rahimehullah)a göre ikindi namazının ilk vakti fey-i zeval dışında her şeyin gölgesinin iki misli olduğu andır. İmameyn (Rahimehumellah)e göre ise, bir misli olduğu andır.
İkindinin son vakti ittifakla güneşin batacağı zamana kadardır. Bunun dayandığı delil şu hadis-i şeriftir:
مَنْ اَدْرَكَ رَكْعَةً مِنَ الْعَصْرِ قَبْلَ اَنْ تَغْرُبَ الشَّمْسُ فَقَدْ اَدْرَكَهَا
“Güneş batmadan önce ikindiden bir rekata yetişen kimse ikindi namazına yetişmiştir.” (Kemal İbn-i Humam Fethul Kadir Cilt:1 Shf:195)
Akşam namazının vakti
Güneşin batmasından itibaren, şafak kayboluncaya kadar olan zamandır.
İmam-ı Azam (Rahimehullah)a göre şafak, akşamleyin kırmızılıktan sonra ufuktaki beyazlıktır. Çünkü Peygamber Efendimiz (a.s) şöyle buyurmuştur:
وَآخِرُ وَقْتِ الْمَغْرِبِ اِذَا اسْوَدَّ اْلاُفُقُ
“Akşam vaktinin sonu ufuk karardığı zamandır.” İmameyn (Rahimehumellah)e göre şafak, akşamleyin ufukta meydana gelen kırmızılıktır. Çünkü Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
اَلشَّفَقُ اَلْحُمْرَةُ “Şafak kırmızılıktır.” (Fethûl Kadir cilt:1 shf:196)
Bu iki şafak arasında üç derecelik fark vardır. İki fecir (Fecr-i kâzib, fecr-i sadık) arasında olduğu gibi (bir derece dört dakikadır.) (İbn-i ağabeydin Dürrül Muhtar cilt:1 shf:361)
Yatsı namazının vakti
Yukarıdaki ihtilâf üzere şafağın kaybolmasından sabaha kadardır. (yani; ikinci fecrin doğmasına kadardır). Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
وَآخِرُ وَقْتِ الْعِشَاءِ حِينَ يَطْلُعُ اْلفَجْرُ
“Yatsının son vakti fecir doğduğu zamandır.”
R.F 5/629
Vitir namazının vakti
Vitir namazının vakti yatsı namazının vaktidir. Fakat vitir namazı aralarında tertip vacip olduğundan yatsı namazından sonra kılınır. İmam-ı Azam (Rahimehumellah)e göre vitir namazının vakti, yatsı namazını kıldıktan sonra başlar.
Onlara göre vitir namazı sünnettir. Ve yatsıya tabidir. Yatsı namazı kılınmadıkça vitrin vakti girmez.
Namazın şartı olan vakit vücubununda sebebidir. O halda kutuplarda olduğu gibi yatsı ve vitrin vaktinin bulunmadığı yerlerde yaşayan kimseler üzerine bu iki namaz farz olmaz.
Örneğin: Bulgarda böyledir. (Bulgar günümüzdeki Bulgaristan olmayıp, Şimalde Rusların karanlık ve çok soğuk bir şehridir).
Kemal İbn-i Humam bu konuda şöyle demiştir: Bakalî, yatsı namazının vakti tahakkuk etmemesi durumunda o bölgede bulunanlara yatsı namazının farz olmadığını söylemiştir.
Burhan-ı Kebir ise bu namazın kılınması farzdır. Çünkü Ubade İbni Samit (Radıyallahu Anh) dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
خَمْسُ صَلَوَاتٍ كَتَبَهُنَّ اللهُ عَلٰى اْلعِبَادِ
“Beş namaz vardır ki; Allahu Teala onları insanlar üzerine farz kılmıştır.” (Ebu Davud, Salât: 1, İbni Mace, İkamet: 194, A. B. Hanbel, 5/317, 322)
Kemal İbn-i Humamın benimsediği görüşte budur. Bu namaz kılınırken kazaya niyet eder mi? sorusuna da, sahih olan eda vakti bulunmadığından kazaya niyet etmez demiştir. (Kemal İbn-i Humam Fethul Kadir cilt:1 shf:198)
Haskefî Reddül Muhtarında: Kutuplarda olduğu gibi yatsı ve vitir vakti bulunmayan yerlerde yaşayan kimseler bunların her ikisiyle de mükelleftir.
Bulundukları yere en yakın olup kendisinde namaz vakitleri tamamiyle belirlenmiş olan bir yerin vakitlerine göre o namaz için de bir vakit takdir ederek edasına çalışırlar.
Namaz kılmanın müstehab ve yasak olduğu vakitler
Sabah namazını tertil ile kırk veya daha çok ayet okumak mümkün olacak şekilde, ayrıca abdest bozulursa yeniden abdest alıp aynı şekilde namazı iade etmek mümkün olacak şekilde aydınlık vakte bırakmak müstehabtır.
Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
اَسْفِرُوا بِالْفَجْرِ فَأِنَّهُ اَعْظَمُ لِْلاَجْرِ
“Sabah namazını aydınlık vakte tehir ediniz. Şüphesiz böyle yapmanın ecri çok büyüktür.” (Tirmizi Salat, 117 no:154 1/289)
Ayrıca sabah namazını bu vakte tehir etmede cemaati çoğaltmak vardır.
Kadınlar için en faziletli olan sabah namazını karanlıkta kılmalarıdır. Çünkü karanlıkta kılmaları onların görünmemelerine daha yardımcıdır. (Şeyh Muhammed b. Süleyman Damat cilt:1 shf:71)
Kurban bayramının birinci günü Müzdelifede kadın ve erkek hacılar için sabah namazının karanlıkta kılınması daha faziletlidir.
Yazın öğle namazını gölgede yürünecek şekilde serin vakte bırakmak müstehabtır.
Peygamber Efendimiz (a.s) şöyle buyurmuştur:
اَبْرِدُوا بِالظُّهْرِ فَأِنَّ شِدَّةَ الْحَرِّ مِنْ فَيْحِ جَهَنَّمَ
“Öğle namazını serin vakte tehir ediniz. Çünkü sıcaklığın şiddeti cehennemin hararetinin şiddetindendir.” (Müslim-Mesacid, 32 no:615 1/431)
Kışın, ilkbahar ve sonbaharda öğle namazını acele kılmak müstehabtır. Çünkü Enesten rivayet edilen bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
كَانَ النَّبِىُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ اِذَا اشْتَدَّ الْبَرْدُ بَكَّرَ بِالصَّلاَةِ وَاِذَا اشْتَدَّ الْحَرُّ اَبْرَدَ بِالصَّلاَةِ
“Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) soğuk şiddetli olduğu zaman namazı erken kılar, sıcak şiddetli olduğu zaman serin vakte tehir ederdi.” (Nesei-Mevakıt, 4 no:498 1/269, İbn-i ağabeydin Dürrül Muhtar cilt:1 shf:367)
Güneşin rengi değişmedikçe; yani güneş sararıp göz kamaştırmayacak şekilde ziyası gidinceye kadar ikindi namazını tehir etmek, ister yaz olsun ister kış müstehabtır.
Çünkü bu, birçok nafile namaz kılmaya imkân sağlar. Zira ikindi namazından sonra nafile namaz kılmak mekruhtur.
Akşam namazını kılmada acele etmek müste-habtır. Çünkü akşam namazını tehir etmede yahudi-lere benzemek vardır.
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
لاَ تَزَالُ اُمَّتِى بِخَيْرٍ اَوْ قَالَ: عَلىَ الْفِطْرَةِ مَالَمْ يُأَخِّرُوا الْمَغْرِبَ اِلىٰ اَنْ تَشْتَبِكَ النُّجُومُ
“Akşam namazını yıldızların iç içe göründüğü zamana kadar tehir etmedikleri müddetçe ümmetim hayır yahut fıtrat üzerinedir.” (Ebu Davut, sakat 6 no:418 1/167)
Yatsı namazını gecenin üçte birine kadar tehir etmek müstehabtır.
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
لَوْلاَ اَنْ اَشُقَّ عَلىٰ اُمَّتِى َلاَخَّرْتُ اْلعِشَاءَ اِلىٰ ثُلُثِ اللَّيْلِ
“Eğer ümmetime sıkıntı vermeseydim yatsı namazını gecenin üçte birine tehir ederdim.”
Gece namazına alışık olup uyanacağına güvenen kişilerin vitir namazını gecenin sonuna kadar tehir etmeleri müstehabtır. Bu vakitte uyanabileceğine güvenmeyen kimseler yatmadan önce vitir namazını kılarlar.
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
مَنْ خَافَ اَنْ لاَيَقُومَ آخِرَ الَّليْلِ فَلْيُوتِرْ اَوَّلَ اللَّيْلِ وَمَنْ طَمَعَ اَنْ يَقُومَ آخِرَ اللَّيْلِ فَلْيُوتِرْ آخِرَ اللَّيْلِ
“Gecenin sonunda kalkamayacağından korkan kimse, gecenin evvelinde vitir namazını kılsın, gecenin sonunda kalkacağına ümidi olan kimse, gecenin sonunda vitir kılsın.”
Eğer hava bulutlu olursa sabah, öğle ve akşam namazlarını tehir etmek, ikindi ve yatsı namazını erken kılmak müstehabtır. (Kemal İbn-i Hümam Fethul Kadir cilt:1 shf:197-202, İbn-i ağabeydin Dürrül Muhtar cilt:1 shf:366-370, Şeyh Muhammed b. Süleyman Damat cilt:1 shf:71-72)
Mekruh vakitler
Mekruh vakitler beş vakit olup, iki kısımdır.
Birinci kısım üç vakitten ibarettir.
1) Güneşin doğmasından bir mızrak boyu yükselinceye kadar. Bu vakit yaklaşık kırk-elli dakikalık bir zamandır.
2) Güneşin tepe noktasına gelip, henüz zeval bulmadığı zaman (yani; öğle namazının vakti girinceye kadar).
3) Güneşin sararıp; yani gözleri kamaştırmaz bir hale gelmesinden batmasına kadar olan zaman.
Bu üç vakit sünnette şu hadisle sabit olmuştur:
ثَلاَثُ سَاعَاتٍ كَانَ رَسُولُ اللهِ صَلَّىاللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَنْهِهَاناَ اَنْ نُصَلِّىَ فِيهِنَّ وَاَنْ نُقْبِرَ فِيهِنَّ مَوْتاَناَ : حِينَ تَطْلُعُ الشَّمْسُ بَازِغَةً حَتَّى تَرْتَفِعَ وَحِينَ يَقُومُ قائِمُ الظَّهِيَرةِ حَتّٰىتَزُولَ الشَّمْسُ وَحِينَ تَتَضَيَّفُ الشَّمْسُ لِلْغُرُوبِ
“Üç saat vardır ki; Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bu saatlerde namaz kılmamızı, ölülerimizi defnetmemizi (cenaze namazını) bize yasakladı: Güneş doğduğu zaman yükselinceye kadar güneş tepeye geldiği zaman zevaline kadar (öğle namazının vakti girinceye kadar) güneş batmaya meylettiği zamandır.”
Bu üç vakitte farz; yani geçmiş namazların kazası, vitir namazı, mekruh olmayan vakitte hazırlanan cenazenin namazı, yine mekruh olmayan vakitte okunan secde ayetinden dolayı tilâvet secdesi caiz olmaz.
Yapılmaları durumunda iade edilmeleri lâzım gelir. Çünkü bu ibadetler kâmil bir şekilde vacib olduklarından noksan bir vakitte yerine getirilemezler.
Bu vakitlerde hazırlanan cenazenin namazı okunan secde ayetinden dolayı tilâvet secdesi, o günün ikindi namazı güneşin batması esnasında caiz olduğu gibi kerahatla beraber caiz olur. Çünkü bu ibadetler kerahat vaktinde meşru olmuşlardır.
İkinci kısım iki vakitten ibarettir.
1) Fecr-i Sadıkın doğmasından (yani; sabah namazının vaktinin girmesinden) güneşin doğacağı zamana kadar olan vakit.
2) İkindi namazının kılınmasından güneşin batacağı zamana kadar olan vakit.
Bu iki vakit, Buhari ve Müslimde, Ebu Said el-Hudrîden rivayet edilen hadis-i şerife dayanmaktadır.
عَنْ اَبِى سَعِيدٰنِ لْخُدْرِىِّ رَضِىَ اللهُ عَنْهُ اَنَّهُ قَالَ
سَمِعْتُ رَسُولَ اللهِ صَلَّىاللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ: لاَصَلاَةَ بَعْدَ الصُّبْحِ حَتَّى تَطْلُعَ الشَّمْسُ وَلاَ صَلاَةَ بَعْدَ الْعَصْرِ حَتَّى تَغِيبَ الشَّمْسُ
“Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)ın şöyle söylediğini duydum: Sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar namaz yoktur. İkindi namazından sonra güneş batıncaya kadar namaz yoktur.” (Buhari Mevakıt 30 no: 561, 1/212)
Bu iki vakitte sadece nafile namaz kılmak mekruhtur. Farz ve vacib namazlar. Cenaze namazı, tilâvet secdesi ise mekruh değildir.
Bu iki vakitte nafile namaz kılmaya başlayan kerahattan kurtulmak için onu bozarsa, sonra onu kaza etmesi gerekir.
Yine fıkıh kitaplarımızda nafile namaz kılmanın mekruh olduğu vakitler daha geniş anlamda şöyle ifade edilmiştir:
a) Fecr-i sadıkın doğmasından sonra sabah namazının sünnetinden başka nafile kılmak.
b) Sabahın farzını kıldıktan sonra, işrak vaktine kadar nafile kılmak. Bu vakit, güneşin bir veya iki mızrak boyu yükselmesiyle sabit olur ki bu da güneşin doğmasından 20-25 dakika sonra hasıl olur.
c) İkindinin farzını kıldıktan sonra güneş sararmamış da olsa nafile kılmak.
d) Akşamın farzından önce nafile kılmak.
e) Bayram namazından önce evde veya camide nafile kılmak.
f) Bayram namazından sonra camide nafile kılmak.
g) Arafatta öğle ve ikindi öğle vaktinde cem ederken, Müzdelifede akşam ile yatsı namazını yatsı vaktinde cem ederken farzlar arasında nafile kılmak.
ğ) Vaktin farzı tamamen daraldığında.
h) Farz namaza kamet edilirken.
Ezan ve Kamet
Ezan lugatta ilân etmek, bildirmek demektir. Şeran, farz namazların vaktini bildiren özel bir takım sözlerden ibaret, malûm şekilde okunan ilân şeklidir.
Ezan ve kamet beş vakit farz ve Cuma namazını cemaatla kılan erkekler için müekked sünnettir.
Beş vakit farz ve cuma namazı dışında sünnet namazlar, vitir namazı, nafile namazlar, teravih namazı, bayram namazları, adanan namaz, cenaze namazı, güneş veya ay tutulması namazı, kuşluk namazı, çeşitli korkular sebebiyle kılınan namazlar için ne ezan ne de kamet yoktur.
Tahrimen mekruh olmakla birlikte kadınlar kendi başlarına cemaatla farz kılacak olsalar ezan ve kamet getirmezler.
Ezan ve kamet vakit namazları için müekked sünnet olduğu gibi kaza namazları için de müekked sünnettir. Çünkü ezan ve kamet namazların sünnetlerindendir, vakitlerin değil.
Bir kimse birkaç kaza namazını ayrı ayrı meclislerde kaza edecek olsa, her biri için ezan ve kamette bulunur.
Bir mecliste kaza edecek olursa, yine en faziletlisi her bir kaza namazı için ezan ve kamette bulunmak ise de birincisi için ezan ve kamette bulunup diğerleri için yalnız kamette bulunursa yeterli olur. Çünkü ezan cemaatın toplanmasını sağlamak içindir.
عَنِ ابْنِ مَسْعُودٍ رَضِىَاللهُ عَنْهُ: اِنَّ الْمُشْرِكِينَ شَغَلُوا رَسُولَ اللهِ صَلَّىاللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَوْمَ اْلخَنْدَقِ عَنْ اَرْبَعِ صَلٰوَاتٍ حَتَّى ذَهَبَ مِنَ اللَّيْلِ مَا شَاءَ اللهُ فَأَمَرَ بِلاَلاً فَأَذَّنَ ثُمَّ اَقَامَ الظُّهْرَ ثُمَّ اَقَامَ فَصَلَّى الْعَصْرَ ثُمَّ اَقَامَ فَصَلَّى اْلمَغْرِبَ ثُمَّ اَقَامَ فَصَلَّى الْعِشَاءَ
İbn-i Mesud (Radıyallahu anhu) anlatıyor: Müşrikler hendek günü Resulullahı (sallallahu aleyhi ve sellem) dört namaz (-ı kılmak) dan meşgul ettiler (yani; kazaya bıraktırdılar) geceden Allah (c.c)ın dilediği bir vakit geçinceye kadar onları kılamadı.
Sonra Bilale emretti o da ezan okudu sonra kamet getirdi. Rasulullah ikindiyi kıldı. Sonra Bilâl (tekrar) kamet getirdi. Rasulullah akşamı kıldı. Sonra Bilâl (tekrar) kamet getirdi Resulullah yatsıyı kıldı. (Tirmizi-salat, Nesaî-Mevakit)
Ezan okuyup kâmet getirerek kılmanın fazileti:
R.F 7/253-254
Ezanın keyfiyeti
اَللهُ اَكْبَرْ اَللهُ اَكْبَرْ اَللهُ اَكْبَرْ اَللهُ اَكْبَرْ
اَشْهَدُ اَنْ لاَاِلٰهَ اِلاَّ اللهُ اَشْهَدُ اَنْ لاَاِلٰهَ اِلاَّ اللهُ
اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللهِ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّداً رَسُولُ اللهِ حَىَّ عَلىَ الصَّلاَةِ حَىَّ عَلىَ الصَّلاَةِ حَىَّ عَلىَ اْلفَلاَحِ حَىَّ عَلىَ اْلفَلاَحِ اَللهُ اَكْبَرْ اَللهُ اَكْبَرْ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللهُ
حَىَّ عَلىٰاْلفَلاَحِ حَىَّ عَلىٰ اْلفَلاَحِ Sabah ezanında
اَلصَّلاَةُ خَيْرٌمِنَ النَّوْمِdan sonra iki defa der.
Ezanın Sünnetleri
a) Ezanın sesini yükselterek okumak. Çünkü ezandan maksat bildirmektir. Bu da gür sesle olur. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Abdullah b. Zeyde şöyle demiştir:
عَلِّمْهُ بِلاَلاً فَأِنَّهُ اَنْدٰى وَاَمَدُّ صَوْتاً مِنْكَ
Onu (ezan sözlerini) Bilâl (R.a)e öğret. Çünkü o, sesi daha gür ve uzağa varandır.
b) Ezanda her cümlenin arasını bir sekte ile ayırmak. Kamette cümleleri birleştirerek süratle okumak.
c) Ezanı, keyfiyetinde zikredilen tertib üzere okumak. Çünkü Peygamber Efendimizin iki müezzinininde bu tertib üzere okudukları rivayet edilmiştir.
d) Ezan ve kamet kelimelerini peşpeşe okumak. Örneğin: Bir kimse ezan okurken abdesti bozulsa gidip abdest alıp gelse, ezana kaldığı yerden değil de yeniden başlaması.
e) Ezan ve kamette kıbleye yönelmek. Ancak
حى علىالصلاة ve حى على الفلاحa
gelince yüzünü sağa ve sola çevirir. Bu müstehabtır. Bu durumda ayaklar döndürülmez.
f) Tekbir (اَللهُ اَكْبَرْ) in cezimli olması yani; Ra harfinin cezimli olarak okunması. Çünkü Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem):
َاْلاَذَانُ جَزْمٌ “Ezan cezimdir” buyurmuştur.
g) Akşam namazı dışında ezanla kamet arasını ayırmak.
ğ) Ezan okuyanın erkek olması. Kadınların ezan okuması rivayetlerin ittifakıyla mekruhtur.
h) Müezzin akıllı, takva ve ezanın sünnetlerini bilen olması.
ı) Müezzinin namaz vakitlerini bilmesi.
i) Müezzinin birer parmağını kulaklarına sokması.
j) Müezzinin taharet üzere olması; yani abdestli olması ezanı iki mescidde okur birinde namazı kılarsa (ki böyle kılacaktır) mekruh olur.
k) Ezanı ayakta okumak.
m) Ezanı, sevabını Allah (c.c) tan isteyerek okumak. O halde ezan ve kamette bulunmaktan ötürü ücret almak caiz değildir.
عَنْ عُثْماَن ابْنِ اِبَىاْلعَاصِ رَضِىَ اللهُ عَنْهُ قَالَ: اِنَّ مِنْ آخِرِمَا عَهِدَ اِلَىَّ رَسُولُ اللهِ صَلَّىاللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ اَنْ اَتَّخِذَ مُؤَذِّناً لاَيَأْخُذُ عَلىٰ اَذَانِهِ شَيْأً
Osman İbn-i Ebil-As (R.a) anlatıyor: Resûlüllah (sallallahu aleyhi ve sellem) in bana en son vasiyetlerinden biri de, ezana mukabil bir ücret almayan bir müezzin tutmamdı. (Tirmizi-Salat, 155 no:209, 1/409, Nesaî-Ezan, 32 no: 671, 2/352)
Bu Hanefi mezhebinin görüşüdür. Hanbeli mezhebinde kuvvetli olan görüşte budur. Şafiî ve Malikilere göre ezandan ötürü ücret almak caizdir. (İmam-ı Kâsanî-Bedayi es-Sanayî cilt:1 shf:149-152)
Ezanın mekruhları
a) Yukarıda zikredilen ezanın sünnetlerinden herhangi biri yerine getirilmediği zaman ezan okumak mekruhtur. Örneğin: Cunub bir kimsenin ezanı ve kameti mekruhtur.
b) Ezanda telhin mekruhtur.
Telhin: Ezan kelimelerini değiştirmeye sebeb olacak şekilde uzatarak veya kelimelere ilâve yahut çıkartma olacak şekilde teganni ile okumaktır.
İkamet esnasında sesi güzelleştirmek veya bir özre mebni olmaksızın tanahnuh (boğazı temizlemek) mekruhtur.
c) Ezan ve kamet esnasında müezzinin konuşması mekruhtur. Bu esnada kendilerine verilen selâmı dahi alamazlar.
d) Ezanı oturarak okumak mekruhtur.
e) Ezanda Terci mekruhtur.
Terci: İki şehadeti söylerken müezzinin sesini alçaltıp yükseltmesidir.
Ezan okunurken veya kamet yapılırken ne yapılmalıdır?
Ezanı işiten kimse cunub bile olsa icabet etmesi vacibtir. Hayızlı ve nifaslı kadınlar icabet edemezler. Çünkü onlardan namaz düştüğünden; yani bu hallerde iken namaz kılmaları gerekmediğinden, sözlü icabetde düşer.
Ezana icabet: حَىَّ عَلىَ اْلفَلاَحِ ، حَىَّ عَلىَ الصَّلاَةِ
ve sabah namazında اَلصَّلاَةُ خَيْرٌ مِنَ النَّوْمِ
sözleri dışında müezzinin söylediklerini aynen söylemektir.
Müezzin حَىَّ عَلىَ اْلفَلاَحِ ، حَىَّ عَلىَ الصَّلاَةِ
dediğinde işiten لاَحَوْلَ وَلاَقُوَّتَ اِلاَّ بِاللهِ der.
Sabah ezanında müezzin اَلصَّلاَةُ خَيْرٌ مِنَ النَّوْمِ
dediğinde işiten صَدَقْتَ وَبَرِرْتَ
(doğru söyledin, çok hayır sahibi oldun) der.
Ezanı işiten birinci, اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّداً رَسُولُ اللهِ
denildiğinde صَلَّىاللهُ عَلَيْكَ يَارَسُولَ اللهِ der.
İkinci اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّداً رَسُولُ اللهِ denildiğinde
قَرَّتْ عَيْنِى بِكَ يَارَسُولَ اللهِ (seninle mesud oldum ya Resulellah) der.
Bunları derken baş parmaklarının tırnaklarını veya şehadet parmaklarının uclarının içini öperek gözlerine sürer. Bu da müstehabtır.
Ezan okunurken şayet oturuyorsa ayağa kalkması, yürümekte ise durması ve müezzine icabet etmesi mendubtur.
İkamete icabet etmek müstehabtır. Müezzin
قَدْ قَامَتِ الصَّلاَةُ dediğinde işiten
اَقَامَهَااللهُ وَاَدَامَهاَ اللهُ مَادَامَتِ السَّهاواَتُ وَاْلاَرْضُ
(Gökler ve yer devam ettiği sürece Allah (c.c) onu kaim ve daim kılsın) der.
İkametin diğer kelimelerinde ezanın kelimelerinde olduğu gibi icabet eder.
Meselâ ezan ve ikamette bulunurken, işitenin konuşması, Kurân okuması, herhangi bir işle meşgul olması uygun değildir. Şayet o esnada Kuran okuyorsa keser müezzini dinler ve ona icabet eder uygun olan budur.
Bir mescidde birden fazla müezzin olur ve biri ezan okuduktan sonra diğeri de ezan okursa, birinci ezanda icabet eder.
İbn-i Abidin Reddül Muhtarında: Bana öyle geliyor ki, bu o ezanların her birine sözle icabet eder. Çünkü sebeb işitmektir. Bu da birden fazladır. Nitekim bazı şafiiler bu görüşe itimat etmişlerdir.
Bir kimse ezanı işittiği halde ezan bitinceye kadar müezzine icabet etmezse hüküm nedir? sorusunu Bahr er-Raik isimli eserin sahibi incelemiş; İbn-i Hacer ve Minhac şehrinde şöyle açıklamıştır.
Ezan bitinceye kadar susar sonra da uzun fasıla girmeden icabet ederse kâfidir. Bundan da şu anlaşılır: Müezzine icabet eden kimse onu geçmeyecek şekilde her cümlede onu takib eder.
Kemal İbn-i Humam Fethul Kadir isimli eserinde Ömer b. Ebi Umame hadisinde bu nassan bildirilmiştir demiştir.
Ezandan sonraki müstehablar
a) Peygamber Efendimize salatu selâm eder.
b) Salatü selâmdan sonra vesile duasını okur.
Çünkü Müslim ve ondan başkasının rivayet ettiği bir hadiste:
اذا سَمِعْتُ الْمُؤَذِّنَ فَقُولُوا مِثْلَ مَا يَقُولُ ثُمَّ صَلُّوا عَلَىَّ فَأِنَّهُ مَنْ صَلىَّ عَلَىَّ صَلاَةً صَلىّٰ اللهُ عَلَيْهِ بِهَا عَشْراً ثُمَّ سَلُوا لِىَ اْلوَسِيلَةَ فَأِنَّهَا مَنْزِلَةٌ فىِ الْجَنَّةِ لاَتَنْبَغِى اِلاَّ لِعَبْدٍ مُؤْمِنٍ مِنْ عِبَادِ اللهِ وَاَرْجُو اَنْ اَكُونَ اَنَا هُوَ فَمَنْ سَئَلَ اللهَ لِىَ الْوَسِيلَةَ حَلَّتْ لَهُ الشَّفَاعَةُ
“Müezzini işittiğiniz zaman onun dediği onun dediği gibi deyin. Sonra bana salavat getirin. Çünkü bana bir salavat getirene Allah (c.c) onun sebebiyle on defa salavat eder. (Yani; mafiret eder).
Sonra benim için vesileyi isteyin. Zira o, cennette bir makamdır. Ancak onun kullarından mümin kullara yaraşır. O kulda ben olmak isterim. Herkim benim için Allah (c.c) tan vesileyi isterse, o kimseye şefaatım helâl olur. (Müslim Salat7, no:384, 1/288)
Vesile duası Buhari ve başkalarının hadiste bildirdikleri şu duadır:
اَللَّهُمَّ رَبَّ هٰذِهِ الدَّعْوَةِ التَّامَّةِ وَالصَّلاَةِ اْلقَائِمَةِ آتِ مُحَمَّدًانِ اَلْوَسِيلَةَ وَالْفَضِيلَةَ وَابْعَثْهُ مَقاَماً مَحْمُوداًنِ اَلَّذِى وَعَدْ تَهُ
“Ey bu tam olan davetin ve kılınmakta olan namazın Rabbi olan Allah! (c.c) Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) e vesile ve fazilet ver! Onu vadettiğin övülen makama gönder!” (Buhari Ezan 8 no: 589, 1/222) Beyhaki hadisin sonuna:
اِنَّكَ لاَتُخْلِفُ اْلمِيعَادَ (Çünkü sen sözünden dönmezsin) Cümlesini eklemiştir. (Fetva-i Hindiyye cilt:1 shf:57, İbn-i Abidin-Reddül Muhtar cilt:1 shf:397)
Namazın Şartları
Şartlar iki çeşittir:
1- Namazın farz olmasının şartları
2- Namazın sıhhatının (geçerli olmasının) şartları.
Namazın farz olmasının şartları
1- Müslüman olmak
Erkek olsun kadın olsun her müslüman üzerine namaz farzdır.
Hanefilere göre kâfire namaz kılmak farz değildir. Bu, Hanefilerin “Kâfirler ne dünyada ne de ahirette şeriatın furuundan sorumlu değillerdir” prensibine binaendir.
Cumhura göre ise namaz, kâfire dünyada kendisinden istenecek şekilde farz değildir. Çünkü kâfirin namazı sahih değildir. Fakat ahirette bundan ötürü azab görecek şekilde üzerine farzdır. Çünkü İslâmı kabullenerek bunu yapma imkânı vardır.
Bu, Cumhura (Şafii, Maliki ve Hanbelilere) göre kâfir şeriatın furuu ile muhatab olması yahut küfür halinde iken müslüman olmakla sorumlu olması prensibinden dolayıdır.
Kâfir müslüman olduğu zaman geçmiş namazları (yani; küfür halindeki namazları) ittifakla kaza etmez. Çünkü Allahu Tealâ bir ayette şöyle buyuruyor:
قُلْ لِلَّذِينَ كَفَرُوا اِنْ يَنْتَهُوا يُغْفَرْ لَهُمْ مَاقَدْ سَلَفَ وَاِنْ يَعُودُوا فَقَدْ مَضَتْ سُنَّةُ اْلاَوَّلِينَ
“O küfredenlere söyleki: Eğer düşmanlıktan vaz geçerlerse, geçmişteki günahları bağışlanır. Yok yine isyana dönerlerse, bilsinler ki, evvelki ümmetlere tatbik edilen ilâhi kanun devam edecektir. (Enfal: 38)
Peygamber Efendimiz de şöyle buyurmuştur:
َاْلاِسْلاَمُ يَجُبُّ مَاقَبْلَهُ
“İslâm öncesini siler” Bu hadisi Amr b. Asdan Ahmed, Taberani, Beyhaki rivayet etmişlerdir.
Mürtedin (dinden çıkanın) irtidat halindeki namazları kaza etmesi meselesine gelince Hanefilere göre kâfire küfür halindeki namazları kaza etmesi gerekli olmadığı gibi, mürted olan kişiye de irtidat (dinden çıkma) halindeki namazları kaza etmesi gerekmez.
Hanefi dışındaki fakihlere göre, ona ceza olması için irtidat halindeki namazları İslâma girdikten sonra kaza etmesi gerekir.
2) Buluga ermiş olmak
Çocuğa namaz kılmak farz değildir. Çünkü Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
رُفِعَ القلم عَنْ ثَلاَ ثَةٍ : عَنِ اْلمَجْنُونِ الْمَغْلُوبِ عَلىٰ عَقْلِهِ حَتَّى يَبْرَأَ وَعَنِ النَّائِمِ حَتَّى يَسْتَيْقِظَ وَعَنِ الصَّبِىِّ حَتَّى يَحْتَلِمَ
“Üç kişiden kalem kaldırılmıştır: Ayılıncaya kadar deliden, uyanıncaya kadar uykuda bulunan-dan, ihtilâm oluncaya kadar çocuktan.” (Bu hadisi Ali ve Ömerden Ebu Davut ve Hakim rivayet etmişlerdir.)
Fakat, ister erkek olsun ister kız, alıştırmak için yedi yaşına ulaştığı zaman küçük çocuk namaz kılmakla emrolunur. Şayet namaz kılmazsa üç vuruşu geçmemek üzere eğer fayda sağlarsa sopa ile değil de el ile hafifçe dövülür. Dövme fayda sağlamayacaksa on yaşına kadar kendi haline bırakılır. Çünkü Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
مُرُوا اَوْلاَدَكُمْ بِالصَّلاَةِ وَهُمْ اَبْنَاءُ سَبْعِ سِنِينَ وَاضْرِبُواهُمْ عَلَيْهَا وَهُمْ اَبْنَاءُ عَشْرِ سِنِينَ وَفَرِّقُوا بَيْنَهُمْ فىِالْمَضَاجِعِ
“Yedi yaşında olan çocuklarınıza namaz kılmayı emredin. On yaşında namaz kılmamaktan ötürü onları (hafifçe) dövün ve yataklarını ayırın.”
Bu hadisi, Abdullah b. Amrdan Ahmed-Ebu Davut ve Hakim rivayet etmiştir.”
Bu hadis-i şerifteki emir, çocuğa değil çocuğun velisine yöneliktir. Çünkü Allahu Tealâ şöyle buyuruyor:
وَاْمُرْ اَهْلَكَ بِالصَّلاَةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَا
“Ailene namazı emret ve bunun üzerine sabret, devam et.” (Taha 132)
يَا اَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا قُوا اَتْفُسَكُمْ وَاَهْلِيكُمْ نَاراً
“Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi cehennem ateşinden koruyunuz.” (Tahrime 6)
3) Akıllı olmak
Deliye namaz farz değildir. (Vehbe Zühayli el-Fıkhul İslâmî ve edille tuhu cilt:1 shf:563-567)
Namazın farzları on ikidir
Bunlardan altısı namaza başlamadan önce bulunması gerekir.
1- Hadesten taharet (temizlik)
2- Necasetten taharet
3- Setr-i avret
4- İstikbal-i kıble (kıbleye yönelmek)
5- Vakit
6- Niyet
Diğer altısı da namaza başlamayla gerekir.
1- İftitah tekbiri
2- Kıyam
3- Kıraat
4- Ruku
5- Sucut
6- Son oturuş
Hadesten taharet
Hades: Cunub ve abdestsizlik halidir.
Namaz kılacak olan bir kimse şayet cunub ise gusletmesi, abdestsiz ise abdest alması, su bulamazsa teyemmüm etmesi gerekir. Çünkü Allahu Tealâ şöyle buyuruyor:
يَا اَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اِذَا قُمْتُمْ اِلٰى الصَّلاَةِ فَاغْسِلُوا وُجُو هَكُمْ وَايْدَيِكُمْ اِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَحُوا بِرُؤُ سِكُمْ وَارْجُلَكُمْ اِلٰى اْلكَعْبَيْنِ وَاِنْ كُنْتُّمْ جُنُباً فَاطَّهَّرُوا
“Ey iman edenler! Namaza kalkacağınız vakit yüzlerinizi ve dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın. Başınıza meshedin, ayaklarınızı da topuklarınıza kadar yıkayın. Eğer cunub iseniz boy abdesti alın…
Necasetten taharet
Necaset (pislik) iki kısımdır.
1- Necaset-i galiza (ağır pislik)
2- Necaset-i hafife (hafif pislik)
Necaset-i galize: Pis oluşu kat-i delille sabit olan şeylerdir. İnsanın idrarı akan kan, havada pislemeyen tavuk, kaz ve benzeri kuş cinsinin pisliği.
Necaset-i galizanın katı olanından bir dirhem (2.17 gr) den az olan af kapsamındadır. Sıvı olmayan ise avuç içinden daha az bir alanı kaplayan miktar af kapsamındadır.
Bu miktarlar bağışlanmış olmakla birlikte az necaset (pislik) le kılınan namaz meşhur görüşe göre tahrimen mekruhtur.
Necaset-i hafife: Pis oluşu kati olmayan delille sabit olan şeylerdir. Eti yenen hayvanın idrarı gibi.
Necaseti hafifede affedilen miktar bulaştığı bedenin veya elbisenin dörtte bir kısmından az olan miktardır. Bu miktar namaza mani değildir. Ancak bu miktar necaset üzerinde veya elbisesinde iken onu temizlemeden kılmak tahrimen mekruhtur. namazın sahih (geçerli) olması için elbisede ve kılınan yerde ayak el ve dizler ile alnın konulacağı yerlerde affedilmeyecek kadar çok necaset (pislik) bulunmamalıdır. Çünkü Allahu Tealâ şöyel buyuruyor:
وَثِيَابَكَ فَطَهِّرْ
“Elbiseni temizle.”
Buhari ve Müslimde rivayet edilen bir hadis-i şerifte:
اِذَا اَقْبَلَتْ الْحَيْضَةُ فَدَعِى الصَّلاَةَ وَاِذَا اَدْبَرَتْ فَاغْسِلِى عَنْتِ الدَّمَ وَصَلِّى
“Hayız hali sona erdiği zaman namazı bırak bu hal gittiği zaman kanı temizle ve namaz kıl.”
Üzerinde veya elbisesindeki pisliği giderecek şeyi bulamayan kimse pislikle beraber namazını kılar. Namazdan sonra onu giderecek şeyi bulursa namazı iade etmesi gerekmez.
Setr-i avret (avret yerini örtmek)
Şerî ıstılahta avret: Bakılması haram örtülmesi farz olan uzuvlardır.
Erkek olsun kadın olsun birazdan ifade edeceğimiz avret yerlerini örtmeleri farzdır.
Avret yerini örtmenin farz olması umumidir. Sahih görüşe göre kişi tenha bir yerde bulunsa da avret yerini örtmesi farzdır.
Bir kimse karanlık bir yerde üzerine giyeceği temiz bir elbise varken çıplak namaz kılsa ittifakla namazı olmaz. Tenha yerde çıplak kılması da böyledir.
Şüphesiz Allahu Tealâ örtünen ve örtülmeyen herşeyi görür. Örtünenin edebini, örtünmeyenin edepsizliğini de görür. İşte imkân bulunduğunda bu edebe riayet etmek farzdır.
“Kınye” isimli eserin “kerahiyye” babında şöyle zikredilmiştir: Garibur-rivayede bildirildiğine göre, kadının evinde tekbaşına iken başını açmasına ruhsat vermiştir. Onun için evlâ olan mahremlerinin yanında ince ve altındakini belli eden bir baş örtüsü sarmaktır.
Kişi sahih bir maksada binaen avret yerini açar. Örneğin; def-i hacet, taharetlenme tek başına yıkamak için soyunması hususunda “Kınye” isimli eserde bazı görüşler nakledilmiştir.
Bazılarına göre yıkanmak için çıplak kalmak mekruh, bazılarına göre inşaallah mazur, bir görüşe göre bunda bir beis yoktur. Başka bir görüşte az bir süre içerisinde olursa caiz. Başka bir görüşte de küçük hamam odasında caizdir.
İfade edildiği gibi tenha bir yerde olsa da namazda ve namaz dışında avret yerinin örtülmesi farzdır.
Allahu Tealâ şöyle buyuruyor:
خُذْ زِينَتَكُمْ عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ
“Her mescidde zinetinizi alın.” (elAraf 31)
Bu emirden maksat her namaz veya tavaf anında avret yerlerinizi örten şeyleri alın demektir.
Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor:
لاَيَقْبَلُ اللهُ صَلاَةَ حَائِضٍ اِلاَّ بِخِمَارٍ
“Allahu Tealâ buluğa ermiş olan bir kadının namazını başörtüsüz kabul etmez.”
Bu hadisi Hakim rivayet etmiştir.
يَا اَسْمَا اِنَّ الْمَرأَةَ اِذَا بَلَغَتْ الْمَحِيضَ لَمْ يَصْلَحْ اَنْ يُرىٰ مِنْهَا اِلاَّهٰذَا وَهَذَا وَاَشَارَ اِلىٰ وَجْهِهِ وَكَفَّيْهِ
“Ey Esma! Kadın buluğ çağına ulaştığı zaman ondan şu ve şu uzuvlardan başkasının görünmesi caiz olmaz. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) yüzü ve ellerine işaret buyurdular.”
Bu hadisi Ebu Davut Hz. Aişeden rivayet etmiştir.
Erkeğin avret yerleri: Göbeğinin altından diz kapağının altına kadar olan yerdir. En sahih görüşe göre diz kapağının da avret olmasıdır. Çünkü darekutninin rivayetinde:
مَاتَحْتَ السُّرَّةِ اِلىٰ الرُّكْبَةِ مِنَ الْعَوْرَةِ
“Göbekten aşağısı dize kadar avrettendir.” buyurulmuştur. Fakat bu hadis ihtimallidir. İhtiyat dizin avrete dahil olmasıdır.
Bir de Hz. Alinin hadisi vardır ki: Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
اَلرُّكْبَةُ مِنَ الْعَوْرَةِ
“Diz avrettendir.”
Hür kadınların yüzleri ve ellerinden başka bütün bedeni avrettir. Yüzleriyle elleri namazda ve bir fitne korkusu bulunmadıkca namaz dışında avret değildir.
Ayaklar hakkında üç sahih görüş vardır. bunlardan mutemed olanına göre ayaklar da avret olmaktan istisna edilmiştir. İkinci görüşe göre mutlak olarak (namazda ve namaz dışında) avrettir. Üçüncü görüşe göre namaz dışında avrettir, Namazda ise avret değildir.
Farklı görüşlerin ortaya koyduğu bu ihtilâftan kurtulmak için hanım kardeşlerimizin ayaklarını örtmeleri evlâdır.
Mirac isimli eserde “Mebsut”tan naklen kadınların kolları hakkında iki rivayet vardır, denilmiştir. Bunlardan en sahih olanına göre kollar avrettir.
Kadının başından sarkan saçları (yani; kulaklarını aşan saçları) da avrettir.
Kadının sesi
Tercih edilen görüşe göre kadının sesi avret değildir. Nevazil isimli eserde kadının sesi avrettir Kuranı kadından öğrenmesi daha güzeldir, denilmiştir.
Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
اَلتَّسْبِيحُ لِلرِّجَالِ وَالتَّصْفِيقُ لِلنِّسَاءِ
“Tesbih erkeklere, el çarpmak da kadınlara mahsustur.”
Erkeğin kadının sesini işitmesi güzel değildir. Kâfî isimli eserde zikredilmiştir ki: Kadın açıktan (sesli olarak) telbiye yapmaz. Çünkü sesi avrettir.
İmam Ebul Abbas Kurtubî, şarkı dinlemek hakkındaki kitabında şöyle demiştir:
Zekâsı kıt olanlar zannetmesinler ki biz kadının sesi avrettir demekle onun konuşmasını kasdediyoruz. Bu zan doğru değildir. Biz yabancı (mahremi olmayan) erkeklerin ihtiyaç olması durumunda kadınlarla konuşmasını caiz görüyoruz. yalnız kadınların yüksek sesle konuşmalarını, seslerini uzatmalarını, yumuşatmalarını caiz görmüyoruz. Çünkü bunlarda erkekleri kendilerine meylettirmek ve şehvetlerini harekete geçirmek vardır. Kadının ezan okuması da bundan dolayı caiz olmamıştır.
Netice: Hanefilerde tercih edilen görüşe göre kadının sesi avret değildir.
Cumhurun (Şafiî, Maliki ve Hanbelilerin) görüşü de kadının sesinin avret olmadığı şeklindedir. Fakat Kuran okumak şeklinde olsa bile, coşkulu ve nameli okumakta iken seslerini işitmek haramdır. (İbn-i Abidin Reddül Muhtar cilt:1 shf:405-406)
Çocukların avret yerleri
Çok küçük (yani; sıfır ile dört yaş grubu olan) erkek ve kız çocukların avreti yoktur. Bunlara dokunmak ve bakmak mubahtır. Şurunbilâliyye isimli eserin cenaze bahsinde: Küçük erkek ve kız çocukları şehvet çağına varmadıkça onları erkek ve kadınlar yıkayabilirler hükmü kayıtlıdır. İmam-ı Muhammed (Rahimehullah) “Asıl” isimli eserinde şehvet çağını, “konuşmaya başlamazdan önce” diye takdir etmiştir.
Dört yaşından sonra on yaşına kadar ön ve arka uzuvları ve bunların etrafı ve uyluklar avret kabul edilir.
On yaşından sonra çocuğun avreti, buluğa erenin avreti gibidir. Bu hem namazda hem de namaz dışında böyledir. Ancak “Nehir” isimli eserde: Çocuklar yedi yaşlarında namazla emrolunduklarından dolayı yedi yaşını itibara almak gerekirdi ifadesi vardır. (İbn-i Abidin-Reddül Muhtar cilt:1 shf:408)
Namaza başlarken veya kılarken avret yerinin açılması
Avret yerinin açılması ya kişinin kendi fiiliyle olur, ya da kendi fiiliyle olmaz.
Eğer açılma kendi fiiliyle olursa ulemaya göre namazı derhal bozulur. Yani bu açılma bir rükun miktarından az da olsa namazı bozulur.
Avret-i galiza (müstehçen avret) yerleri olan ön ve arkadan ve itimat edilen görüşe göre bu iki yer dışında hafif avret yeri olan yerlerden bir uzvun dörtte biri kendi fiili olmaksızın bu rukun eda edecek kadar açılırsa, namaz bozulur.
Avret olan uzvun kendi fiiliyle olmaksızın bir rukun miktarından daha az bir zaman açılması namazın sıhhatine mani değildir. Yani namazı bozmaz.
Bir rukun miktarı: Ruku veya sünnet vechi üzere kıraatı yapılan kıyam gibi rukunlerin eda edildiği miktardır. Münye şarihi bir rüknün üç tesbih miktarı olduğunu söylemiştir. Bu görüş rükun miktarını ihtiyaten enazı ile kayıtlamaktır.
Bu açıklamalar namaz esnasında meydana gelen açılmayla ilgilidir. Şayet namaza başlarken açılır ve avret olan uzvun dörtte bir miktarı olursa ittifakla namazın münakıt olmasına (kurulmasına) manidir.
Avret yerlerinden açılma bir uzuvda olursa cüz hesabıyla toplanır. Meselâ: Namaz kılanın uyluğunun bir yerinden sekizde biri başka bir yerinden de sekizde biri açılırsa iki sekizde bir toplanır ve dörtte bir meydana gelir. Bu miktar da namazı bozar. Fakat bir uyluğun bir yerinden sekizde biri, başka bir yerinden sekizde birinin yarısı (on altıda biri) açılırsa, toplamı dörtte birden az olduğu için namazı bozmaz.
Açılma bir uzuvda olmazsa saha itibarıyla toplanır. Toplanan bu miktar açılan uzuvların en küçüğünün dörtte birini bulursa namazı bozar. Meselâ: Kadının uyluğundan sekizde birinin yarısı (on altıda biri) kulağından sekizde birinin yarısı açılsa saha itibarıyla ikisinin toplamı açılan iki uzuvdan küçüğü olan kulağın dörtte birinden fazla olduğundan namazı bozar.
Erkeğin avret olan uzuvları
1- Tenasül uzvu ve etrafı
2- Hayaları ve etrafı
3- Dübür ve etrafı
4- 5- İki budu
6-7- Dizlerle beraber baldırlar
8- Göbekten kasığa kadar olan yer ve iki taraftan bunun hizası
Hür kadının avret olan uzuvları
Hür kadının avret olan uzuvları, erkeğin avret uzuvları olarak zikrettiğimiz sekiz uzuvdan başka on altı uzuvdur. Bunlar:
1-2- İncikler (Diz ile ayak arası olan kısım)
3-4- Memeler
5-6- Kulaklar
7-8- Dirseklerle beraber pazular
9-10- Bileklerle beraber kollar
11- Göğüs
12- Baş
13- Saç
14- Boğaz
15-16- Avuçların sırtı.
Bunlara sırttan ayrı olarak omuzları da bir uzuv olarak eklemek gerekir.
Elbisesini bulacağını ümit eden kimse vaktin çıkmasından korkmadığı sürece bekler.
Avret mahallini örtecek bir şey bulamayan kişi oturarak ve ayaklarını kıble tarafına uzatarak ima (baş hareketi) ile kılar.
KIBLEYE YÖNELMEK
Namazın sahih olması için kıbleye yönelmenin şart olduğu hususunda fukaha ittifak etmiştir. Çünkü Allahu Tealâ şöyle buyuruyor:
وَمِنْ حَيْثُ خَرَجْتَ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَاِنَّهُ لَلْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ وَمَا اللهُ بِغَافِلٍ عَمَّاتَعْمَلُونَ
“Nereden (yola) çıkarsan hemen (namazda) yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Bu emir Rabbinden gelen bir gerçektir. Allah (c.c) sizin yaptıklarınızdan gafil değildir.” (el-Bakara 149)
Allahu Tealâ namazda kıbleye dönmeyi mükellef kullarını imtihan etmek için şart kılmıştır. Çünkü Allahu Tealânın cihetten münezzeh olduğuna inanan bir mükellefin tabiatı, namazda özel bir tarafa dönmemeyi gerektirir. Durum bu iken Allahu Tealânın mükellefe tabiatının gereğinden başka bir şeyi; yani namazda kıbleye dönmesini emretmesi itaat edecekler mi, yoksa etmeyecekler mi? diye imtihan etmesidir. Tıpkı melekleri Adem (A.S)e secde etmekle denemesi gibi Allahu Tealâ Adem (A.S)ı meleklerin secdesine kıble yapmıştır.
Netice; kıbleye dönmek ziyade bir şarttır. Bu sebeble kizi bizzat kâbe için secde ederse kâfir olur. Zira secde yalnız Allahu Tealâ için yapılır.
Mekkede bulunan kimselerin kıblesi, kâbenin kendisidir. Hatta Mekkede evinde namaz kılanın evi ile kâbe arasındaki duvralar kaldırılacak olsa yönünün kâbeye doğru olması gerekir.
Mekkeden uzakta bulunanların kıblesi kâbe cihetidir.
Kâbe ciheti delille bilinir. Şehirlerde ve köylerde delil sahabe ve tabiunun belirledikleri mihrablardır. Bize düşen onlara tabi olmaktır. Çünkü bu mihrablar usulûnce yapılmışlardır. Şayet mihrab yoksa, o yerin ehlinden kâbe ciheti sorulur. denizlerde ve sahralarda kıblenin delili yıldızlardır.
Kabenin içinde veya üstünde namaz kılan hangi tarafa dönerse dönsün namazı olur.
Yatalak hastaya yüzünü kıbleye çevirmek mümkün olmuyor ve yanında onu kıbleye çevirecek kimse de bulunmuyorsa veya bulunup ta kıbleye doğru çevirmek hastaya zarar veriyorsa, gücünün yettiği tarafa doğru namazını kılar. Çünkü teklif kudrete göredir.
Düşmandan, yırtıcı hayvandan, hırsızdan korkan bir kimse, kadir olduğu tarafa doğru namazını kılar.
Bir kimse kıblenin hangi taraf olduğu hususunda şüphe eder ve yanında soracağı bir kimse de bulunmazsa araştırır ve namazını araştırma neticesinde tayin ettiği (belirlediği) tarafa doğru kılar. Namazı kıldıktan sonra kıble cihetinde hata ettiğini anlarsa namazını iade etmez. Fakat namaz kılarken kıblenin hangi taraf olduğunu bilecek olursa o tarafa döner ve namazını tamamlar. Bunun delili İbn-i Ömerden rivayet edilen şu hadis-i şeriftir:
بَيْنَمَا النَّاسُ فىِصَلاَةِ الصُّبْحِ اِذْجَائَهُمْ آتٍ فَقَالَ: اِنَّ رَسُولَ اللهِ قَدْاُنْزِلَ عَلَيْهِ اللَّيْلَةَ قُوْآنٌ وَقَدْ اُمِرَ اَنْ يَسْتَقْبِلِ الْكَعْبَةَ فَاسْتَقْبِلُوهَا وَكَانَتْ وُجُوهُمْ اِلىٰ الشَّامِ فَاسْتَدَارُوا اِلىٰ الْكَعْبَةِ
“İnsanlar sabah namazını kıldığı esnada onlara birisi geldi ve: Bu gece Resülullaha Kuran nazil oldu ve Kâbeye dönmesi emrolundu. Siz de oraya dönün dedi. İnsanlar Şam tarafına doğru namaz kılıyorlardı. Bunun üzerine Kâbeye döndüler.” (Ahmet b. Hanbel)
Kıblenin hangi cihet olduğunda şüphe eden kimse araştırma yapmadan namaza başlarsa bu namazı bu namazı iade etmesi vacibtir. Ancak namazı bitirdikten sonra kıble cihetine isabet ettiği bilinirse, namazı iade etmesi gerekmez. Eğer namaz esnasında kıble cihetine isabet ettiğini bilirse, namazı yeni baştan kılar. Çünkü kuvvetliyi zayıf üzerine bina etmek caiz değildir. Ebu Yusufa göre namaza devam eder ve tamamlar. Çünkü namaza yeniden başlayacak olsa da aynı tarafa dönerek kılacaktır.
İmam-ı Azamdan bir rivayete göre, kıble cihetini bilmeyen, hiçbir araştırma yapmadan herhangi bir tarafa yönelerek namaz kılacak olsa bu kimsenin küfründen (kâfir olmasından) korkulur.
Bir kimsenin yanında o yer ehlinden kıbleyi bilen soracağı biri olur da, ona sormaksızın kendi araştırmasına göre namaz kılarsa, bakılır; eğer kıbleye isabet etmişse namazı olur, etmemişse olmaz.
Bir kimse kıble cihetini araştırır, araştırma neticesinde belirlediği tarafa doğru namaz kılması gerekirken başka tarafa doğru namaz kılsa, kıbleye isabet etse de namazı iade eder.
Kıble cihetinde şüphe eden bir kimse araştırma neticesinde bir tarafa yönelerek bir rekât kılsa, sonra kanaati değişse ikinci rekâtı başka bir tarafa yönelerek kılsa, üçüncü ve dördüncü rekâtlardada aynı durum olsa; yani netice olarak dört rekatın her bir rekâtını ayrı ayrı taraflara dönerek kılmış olsa İmam-ı Muhammedden yapılan rivayete göre caiz olur.
Kıblenin hangi cihet olduğu hususunda ihtilaf eden kimseler, namazlarını tek başlarına kılarlar. Cemaat yapacak olsalar, imamla aynı kanaatta olanların namazları olur. Diğerlerinin namazı olmaz.
Nafile namazlar şehir dışında bir özür olmaksızın olsa da binek üzerinde istediği tarafa doğru kılınabilirler. Ebu Yusufa göre şehir içinde de kerahatsiz olarak bu şekilde kılınabilirler. (Kemal İbn-i Humam Fethul Kadir cilt:1 shf:236-237-238, İbn-i Abidin Reddül Muhtar clit:1 shf:430-435, Şeyh Nizamuddin ve Heyet Feteva-ı Hindiyye cilt:1 shf:64-65-66)
NİYET
Namazın şartlarından biri de niyettir.
Niyet: Azmetmek, birşeyi kesin olarak istemektir.
Namaz niyeti, Allah (c.c) için namaz kılmayı istemektir.
Bütün alimlerin ittifakıyla namazda niyet farzdır. Çünkü ibadeti adatten ayıran niyettir. Namaz da bir ibadettir. İbadet ise yapılan işin bütünüyle Allah (c.c)a tahsis edilmesidir. Allah Tealâ şöyle buyuruyor:
وَمَا اُمِرُوا اِلاَّ لِيَعْبُدُوا اللهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ
“Oysa onlar yalnız dini kendisine tahsis ederek Allah (c.c)a ibadet etmekle emrolundular.” (Beyyine:5)
İhlas (yani; ibadeti yalnız Allah (c.c) için yapmak) niyetsiz meydana gelmez.
Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor:
لاَ عَمَلَ لِمَنْ لانِيَّةَ لَهُ
“Niyeti olmayanın ameli yoktur.”
اِنَّمَا اْلاَعْمَالُ بِالنِّيَّاتِ وَلِكُلِّ امْرِئٍ مَانَوىَ
“Ameller niyetlere göredir. Herkes için niyet ettiği vardır.”
Niyetin mahalli kalbtir. Esas olan da niyetin kalb ile yapılmasıdır. Bununla beraber ayrıca dil ile söylenmesi daha iyi olur.
Meselâ: Öğle namazının farzını kılmaya kalbiyle niyet edip diliyle de öğle namazının farzını kılmaya niyet ettim” demesi müstehabtır. Sadece kalb ile niyet edip dil ile bir şey söylemezse o namazı yine cazi olur. (İmam-ı Kâsanî Bedayı es Sanayi cilt:1 shf:127)
Öğle ikindi gibi farz namazlarda, tilâvet secdesi, adak namaz ve bayram namazları gibi vacib namazlarda belirleme şarttır. Bu namazlar kılınacakken mutlaka belirlemek lâzımdır. Örneğin: “Bugünkü öğle namazına” diye niyet edilir.
Beş vakit namaza niyette “farz namaz kılmaya” şeklinde mutlak farza niyet etmek yeterli olmaz. Ancak vakit içerisinde hangi vakit olduğunu bilerek, hangi namaz olduğunu belirlemeksizin “Bu vaktin farzını kılmaya” diye niyet ederek yapılması yeterlidir. Fakat Cuma namazı “Bu vaktin farzını kılmaya” diye niyet edilerek eda edilmez. Çünkü bu vakit Cuma namazının değil, öğle namazının vaktidir. Cuma namazı öğle namazının yerine geçmektedir.
NAFİLE NAMAZLARDA NİYET
Teravih namazı, sabah namazının sünneti veya öğle namazının ilk ve son sünneti gibi nafile namazlarda “mutlak niyet” yeterlidir. Örneğin, öğle namazının ilk sünnetini kılacakken “namaz kılmaya” diye niyet etmesi yeterlidir. Bununla birlikte “şu vaktin ilk sünnetini kılmaya” diye niyet etmek daha iyi olur. Bu nafile namazın müekked veya gayr-i müekked olduğunu belirlemeye gerek yoktur. Ancak Teravih namazı için “Teravih namazını kılmaya” veya “vaktin sünnetini kılmaya” diye niyet etmesi ihtiyatlı olandır.
Cemaata yetişen bir kişi imamın farz mı, yoksa Teravih mi? kıldığını bilmese, farza niyet ederek imama uyar. Eğer imam farzı kıldırmakta ise, uyan kimsenin farzı geçerli olur. Eğer imam Teravih kıldırmakta ise, uyan kişinin kıldığı namaz nafile olur. Fakat, yatsı namazıyla Teravih namazı arasında tertip şart olduğu ve kıldığı nafile yatsının farzından önce olduğu için, bu nafile Teravih namazı yerine geçmez.
NİYETİN VAKTİ
Niyetin tekbir vaktinde olması; yani iftitah tekbiriyle birlikte yapılması en faziletlisidir. Biz Hanefilere göre niyetin iftitah tekbirinden önce olması sahihdir. Fakat niyetle iftitah tekbiri arasında namaza aykırı bir fiilin girmemesi gerekir.
Ebu Yusuf (R.h)tan rivayet edilmiştir ki: Bir kimse evinden cemaatla farz namaz kılmak için çıksa, imamın bulunduğu yere gelince tekbir alsa ve o anda niyet ona hazır olmasa, bu caizdir. “Kerhî” demiştir ki: Bu hususta Ebu Yusufa muhalefet eden hiçbir kimse bilmiyorum.
Tekbirden sonra yapılan bir niyetle namaz geçerli olmaz. Kabul edilen görüş budur. Diğer bir görüşe göre “sübhaneke”den ve “Euzu”den önce yapılan bir niyetle de namaz geçerli olur.
Vakit içerisinde o vaktin farzına ve başka bir farza niyet etse, niyeti, vakti girmiş olan namaz için geçerli olur. Vakti girmemiş olan namaz buna mani olmaz.
Bir kimse farz namaza iftitah tekbiri getirse sonra o namazın nafile olduğunu zannetse ve bu zan üzere namazını bitirse, bu namaz, başladığı farz namaz olur. Çünkü niyetin namazın sonuna kadar hatırlanması şart değildir. (Kemal İbn-i Humam Fethul Kadir cilt:1 shf:66)
Bir kimse öğle namazına niyet ederek tekbir getirse, sonra nafileye veya ikindiye veya kaza namazına veya cenaze namazına niyet ederek tekbir getirse, sonra nafileye veya ikindiye veya kaza namazına veya cenaze namazına niyet ederek tekbir getirse birinci namazdan çıkar ikinci namaza başlar.
Tekbir getirmeksizin niyet etmek kişiyi başladığı namazdan çıkarmaz. Örneğin: Bir kimse öğle namazına tekbir getirerek başlasa sonra sadece kalbiyle ikindi namazına niyet etse ve namazı bitirse, öğle namazını kılmış olur.
Bir kimse öğle namazından bir rekât kılsa, sonra aynı öğle namazına niyet ederek tekbir getirse, bu namaz o namazdır. Yani namaza aynen devam eder. Yeni baştan öğle namazına başlamaz. Ancak bu, niyeti kalbiyle yapması durumundadır. Eğer niyeti diliyle yaparsa; yani diliyle “Niyet ettim öğle namazını kılmaya” derse, namaza yeni baştan başlaması gerekir.
Cemaatla namaz kılma durumunda imama uymaya niyet etmek şarttır. İmama uymaya niyet etmeksizin cemaatla namaz kılarken imama uymaya niyet ederek diliyle tekbir getirse, önceki namazı bozmuş, imama uymuş olur.
İmama uymaya niyetin vakti
İmama uymada en faziletli olan; imamın “Allahu Ekber” demesinden sonra ona uymaktır. Çünkü bu durumda namaz kılana uymuş olur.
İmam imamlık yapacağı yerde durduğu zaman ona uymaya niyet etse, alimlerin geneline göre niyeti caiz olur.
İmam Fatihayı bitirmeden tekbir alıp ona uysa, iftitah tekbirinin sevabını alır.
İmama uyanın, uyduğu imamın kim olduğunu bilmesi gerekli değildir. Hatta imamın Ahmet olduğu zannedilse, fakat Mehmet olduğu anlaşılsa bunun bir zararı yoktur. Ancak Ahmete uymaya niyet etse, bir de baksa ki o, Mehmettir. İmama, uyması caiz olmaz.
İmamın erkeklere imam olmaya niyet etmesi şart değildir. Ancak kadınların imama uymalarının geçerli olabilmesi için imamın onlara imam olmaya niyet etmiş olması gerekir. Bu sebeble imamın “Ben, bana uyanlara imamım” demesi lâzımdır. (Feteva-ı Hindiyye cilt:1 shf:65, Fethul Kadir cilt:1 shf:233-235)
İFTİTAH TEKBİRİ
İftitah tekbiri (tahrime) namaza başlarken alınan tekbir olup اَللهُ اَكْبَرُ (Allahu ekber) demektir.
İftitah tekbiri Allahu Tealâya sırf tazim ifade eden bir tabirle yapılır. Kişi bu tekbiri getirince namaza girmiş olur.
İmam-ı Azam ve Ebu Yusuf (Rahimehumellah)a göre iftitah tekbiri şarttır. Rukun değildir. Muhammed (Rahimehullah)e göre farzdır.
Bu ihtilâfın pratik sonucu şudur: Bir kimse üzerinde pislik taşıdığı halde iftitah tekbiri alsa v tekbiri bitirir bitirmez bu pisliği atsa veya avret yeri açık olduğu halde tekbir alsa ve tekbiri tamamlar tamamlamaz orayı örtse yahut kıbleden dönmüş durumda iken tekbiri bitirdikten sonra kıbleye yönelse yahut zevalden önce öğle namazının tekbirine başladığı anlaşılır da tekbir getirdikten sonra öğle vakti girmiş olursa İmam-ı Azam ve Ebu Yusufa göre namaz caiz olur. Muhammede göre caiz olmaz.
Ayrıca farz namaz bozulduğu zaman iki imama göre nafileye dönüşür. Muhammede göre dönüşmez. (Feteva-ı Hindiyye-cilt:1 shf:68)
Namaza başlarken iftitah tekbirinin hangi lâfızla olabileceği hususunda Ebu Hanife (Rahimehullah)nin kuralı şudur: Tahrime, Allah (c.c)ın isimlerinden sırf tazim ifade eden lâfızlarla yapılır. Bununla birlikte namazın vacibleri bahsinde zikredileceğimiz üzere namaza اَللهُ اَكْبَرُ (Allahu ekber) sözüyle başlamak vacibtir. Bu lâfızdan başkasıyla başlamak tahrimen mekruhtur.
Sırf tazim ifade eden lafızlara: اَللهُ اَعْظَمُ
(Allahu Ezem) اَللهُ كَبيرٌ (Allahu Kebir)
لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللهُ (Lâilahe illellah) (Allahu Kebir)
اَلْحَمْدُ ِللهِ (Elhamdulillah) ve bunların benzerleri misal olarak verilir.
İftitah tekbirinde اَكْبَرُ kelimesinde ki (ب) harfinden sonra elif ekleyerek اَكْبَارُ diye okumakla namaza başlanmış olmaz.
Aynı şekilde اَللهُ kelimesinin ilk harfi olan hemzeyi uzatarak “Allah” veya “Aallah” yahut “Eallah” diye okumak caiz değildir. Bu şekilde okumakla mana değişip şek ifade ettiğinden namaza başlanılmış olmaz.
İmama uyanın tekbirinden “Allah” kelimesi imamla beraber, “Ekber” kelimesi imamdan önce vakı olsa en sahih görüş bu kişinin namaza başlamamış olmasıdır. Bunu “Fakih Ebu Cafer” söylemiştir.
Ruku halindeki bir imama uyacak olan kimse “Allah” kelimesini ayakta “Ekber” kelimesini rukuda söyleyecek olsa imama uymuş olmaz. Yani namaza başlamış olmaz.
İmama uyacak olan “Allah” kelimesini amamın “Allah” kelimesini bitirmesinden önce bitirecek olursa namaza başlamış olmaz.
İmama rukuda iken yetişen kişi, ruku tekbirine niyet ederek ayakta tekbir getirse namazı caiz olur. Serahsînin “Muhit” isimli eserinde böyledir.
“Veberî”nin “Mebsut”unda zikredilmiştir ki: Dilsiz ve hiçbir şeyi güzel yapamayan ümmî, niyetle namaza başlamış olur. Dilini hareket ettirmesi lâzım değildir. (Şeyh Nizamuddin ve Heyet el-Feteva-ı Hindiyye cilt:1 shf:69)
KIYAM (ayakta durmak)
Namazın rukunlerinden biri de kıyamdır. Farz ve vacib namazlarda ve Hanefilerde en sahih olan görüşe göre sabah namazının sünnetinde kıyam (ayakta durmak) rukun olarak bir farzdır. Kıyama gücü yetenlerin bu namazları oturarak kılmaları caiz değildir. Çünkü Allahu Tealâ şöyle buyuruyor:
وَقُومُوا ِللهِ قَانِتِينَ
“Allah (c.c)a iaat ederek ayakta durun.” (el-Bakara 236)
Ayakta durmaya gücü yettiği halde çekiliverse düşeceği bir şekilde duvara veya bastona yaslanarak namaz kılacak olsa, namazı geçersiz olur.
Hasta olan kişi ayakta durmaktan aciz olursa kıyam vecibesi ondan düşer. Hastanın ayakta durmaktan aciz olması; ya hiç ayakta duramama sebebiyle hakikaten, ya da ayakta durması durumunda hastalığının artması veya uzaması veya şiddetli ağrılar duyacak olması sebebiyle hükmendir. Bu durumda hasta, namazını yapar. Eğer ruku ve secdeye gücü yetmezse yahut sadece secde yapmaya gücü yetmezse başı ile imada bulunur.
Hasta olan bir kişi ayakta durmaya veya ayakta durmakla beraber ruku etmeye gücü yeter de secde etmeye gücü yetmezse, kıyam ona lâzım gelmez. Bu kişi namazlarını oturarak ima (baş işareti) ile kılar. Bu kişinin namazını ayakta ima ile kılması da caizdir. Ancak evlâ (daha iyi) olan oturarak ima ile kılmasıdır. Çünkü bu durumda o, secde haline daha yakındır. Ayrıca kıyam (ayakta durmak) secdeye inmek için bir vesiledir. Secde ise asıldır. Zira secde kıyamsız da meşru bir ibadettir. Tilâvet secdesi böyledir. Kıyam (ayakta durmak) ise yalnız başına meşru bir ibadet değildir. Hatta bir kimse Allah (c.c)tan başkasına secde etse kâfir olur. Kıyam (ayakta durmak) böyle değildir. Aslı yapmaktan aciz kalınca vesile de düşer.
Hasta olan bir kimsenin bir yere yaslanarak ayakta durmaya gücü yeterse, oturarak namaz kılması caiz olmaz.
Hasta olan bir kimse ayakta durmaya gücü ne kadar yetiyorsa, o kadar durur. Sonra namazına oturarak devam eder. Hatta sadece “Allahu Ekber” diyecek kadar ayakta durmaya gücü yeterse, o kadar durur. Sonra namazına oturarak devam eder.
Sıhhatli bir kimse namazın bir kısmını ayakta kılar da sonra ayakta durmasını engelleyen bir hastalık belirirse bu namazı oturarak tamamlar. Ruku ve secdesini yapar. Buna gücü yetmiyorsa ima (baş işareti) ile ruku ve secdesini yapar.
Eğer oturmaya gücü yetmezse sırt üstü yatarak namazını tamamlar. Çünkü namazın tamamını oturarak kılmaktansa ednayı (daha aşağı olan oturmayı) ala (daha yukarı olan kıyam) üzerine bina ederek kılmak evlâdır (daha iyidir.)
Kendisindeki bir hastalık sebebiyle ruku ve secde eder olduğu halde oturarak namaz kılan bir kimse, bu esnada sıhhat bulursa, namazına ayakta devam eder. Çünkü bina (namaza devam etmek) bir amama uymak gibidir. Ayakta namaz kılan kişinin oturan kişiye uyması caizdir.
Hasta olan bir kimse namazını oturarak ima (baş işareti ile kılarken, bu esnada ruku ve secde etmeye gücü yetse, namazını yeniden kılması gerekir. Çünkü ruku ve secde etmeye gücü yetenin ima ile namaz kılana uyması caiz değildir.
Oturarak namaz kılmaya güç getiremeyen bir hasta, arkası üzerine yatar, ayaklarını kıble tarafına yöneltir, ruku ve secdesini ima (baş işareti) ile yapar. Bu hastanın sağ yanı üzerine yüzü kıbleye gelecek şekilde yatarak ima ile namazını kılması da caizdir.
Yatarak dahi başı ile imaya güç getiremeyen bir hasta, namazını sonraya bırakır. Gözleri, kalbi veya kaşları ile imada bulunmaz.
Bayılan bir kimsenin üzerinden bu halde iken beş namaz geçse ve kendine gelse bu namazları kaza eder. Bu durumda iken altıncı namazın vakti çıkacak olsa, geçen namazları kaza etmez.
Bir özür sebebiyle oturarak namaz kılanın oturma şekli: Bu haldeki bir kimsenin sıhhat halinde teşehhüdde oturduğu gibi oturmaya gücü yetiyorsa öyle oturur. Yetmiyorsa haline uygun bir vaziyette oturur. Nasıl kılabiliyorsa öyle kılar.
İma (baş işareti) ile namaz kılan bir kimse, üzerine secde etmek için önüne yastık ve benzeri bir şey koymaz. Çünkü Peygamber Efendimiz bunu yasaklamıştır. Cabir (R.A)in rivayet ettiğine göre:
اَنَّ النَّبِىَّ صَلّٰى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عاَدَ مَرِيضاً فَرَآه يُصَلِّى عَلىٰ وِسَادَةٍ فَرَمَى بِهَا فَأَخَذَ عُوداً لِيُصَلِّىَ عَلَيْهِ فَأَخَذَهُ فَرَمَى بِهِ وَقَالَ هُ صَلِّ عَلٰى اْلاَرْضِ اِنْ اِسْتَطَعْتَ وَاِلاَّ فَاَوْمِئ اِيمَاءً وَاجْعَلْ سُجُودَكَ اَخْفَضَ مِنْ رُكُوعِكَ
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hastayı ziyaret etti ve onu bir yastığın üzerine secde ederken gördü. Ve yastığı (alıp) attı. Bunun üzerine hasta üzerine secde etmek için bir odun parçası aldı. Peygamber Efendimiz onu da alıp attı ve şöyle buyurdu: Eğer gücün yeterse yer üzerinde namaz kıl. Eğer gücün yetmezse, ima ile namaz kıl. Secdeni ise rukuundan daha alçak yap.
Bu hadisi Taberi İbn-i Ömerden rivayet etmiştir.(Nasbur Raye cilt:2 shf:175)
Nafile namazlarda kıyam (ayakta durmak) vacib değildir. Bir özür bulunmasa da oturarak kılınabilirler. Fakat en faziletli olan ayakta kılmaktır. Konunun başında da ifade ettiğimiz gibi sabah namazının sünnetinde kıyam (ayakta durmak) şarttır. (farzdır.) İbn-i Abidin (merhum): Sabah namazının sünneti için vacibtir diyenlere göre bu açıktır. Sünnettir diyenlere göre ise vacibtir görüşüne riayet etmek içindir, diye kayıtlamıştır.
Ayrıca Merakıl Felâh isimli eserde: Sabah namazının sünnetinde en sahih olan görüş oturarak kılınmasının caiz olduğu görüştür, diye nakledilmiştir.
Teravih namazında kıyam
Teravih namazını bir özür olmaksızın oturarak kılmak hususunda iki görüş vardır.
a) Bazıları, sabah namazının sünnetine kıyasla teravih namazını özürsüz olarak oturarak kılmanın caiz olmadığını söylemişlerdir.
b) Bazıları caiz olduğunu söylemişlerdir. Onlara göre teravih namazını sabah namazının sünnetine kıyas etmek doğru değildir. Çünkü teravih namazı tekit yönünden sabah namazının derecesinde değildir. “Kadıhan” sahih olan görüş budur demiştir. (İbn-i Abidin Reddül Muhtar- cilt:1 shf: 445-446, el-Meydanî el-Lübab fî şerhil kitab cilt:1 shf:101.105-106.107)
KIRAAT
Kıraat: Kuran okumak demektir.
Namaz kılanın kendisine işittirecek derecede diliyle harfleri tashih ederek, İmam-ı Azama göre çok kısa da olsa bir ayet, diğer iki imamımıza ve İmam-ı Azamdan başka bir rivayete göre üç kısa ayet okumak namazın bir ruknu olarak farzdır.
Allahu Tealâ şöyle buyuruyor:
فَاقْرَؤُ مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْآنِ
“O halde Kurandan kolayınıza geleni okuyun.” (Müzzemmil 20)
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
لاَصَلاَةَ اِلاَّ بِقِراَ ئَةٍ
“Kıraatsız namaz yoktur.”
Bu hadisi Müslim Ebu Hureyreden rivayet etmiştir.
Kendine işittirmediği kıraat kıraat değildir. Meşayıhın geneli bu görüşle amel etmiştir. (Şeyh Nizamuddin ve heyet el-Feteva-ı Hindiyye cilt:1 shf:69, el-Mavsılî- el-İhtiyar cilt:1 shf:56)
Alimlerin çoğunluğuna göre kıraat, zaid bir rukundur. Bu sebeble kıyam, ruku, secde ve son oturuş, gerek cemaatla namaz kılarken gerekse tek başına namaz kılarken terkedilmediği halde, kıraat imama uyandan halefi olmaksızın düşer. (İbn-i Abidin Reddül Muhtar- cilt:1 shf:446)
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor:
مَنْ صَلىّٰ خَلْفَ اْلاِمَامِ فَأِنَّ قِراَئَتَ اْلاِمَامِ لَهُ قِراَ ئَةٌ
“Bir kimse imamın arkasında namaz kılarsa, imamın okuyuşu onunda okuyuşudur.” (el-Mavsılî el-ihtiyar cilt:1 sh:56)
İki rekâtlı farz namazlar, vitir namazı ve nafile namazların her bir rekâtında kıraat etmek imam ve yalnız kılanlar için farzdır. Dört veya üç rekâtlı farz namazların tayin etmeksizin (yani her hangi) iki rekâtında farzdır. Fakat ilk çünkü Hz. Ali (r.a) şöyle buyurmuştur:
اَلْقِرَا ئَةُ فىِاْلاُولَيَيْنِ قِراَئَةٌ فىِاْلاُخْرَيَيْنِ
“İlk iki rekâtta Kuran okumak, son iki rekâtta Kuran okumaktır.”
Dört veya üç rekâtlı farz namazların ilk iki rekâtında kıraatı kasden terkederse bu, mekruhtur. Sehven (yanılarak) terkederse sehiv secdesi yapması gerekir. Bu farz namazların diğer rekâtlarında (yani; dört rekâtlık farz namazın son iki rekâtında, üç rekâtlık farzın üçüncü rekâtında) Fatihayı okumak, seçkin olan görüşe göre vacibtir. Yanılarak terkedilmesi “sehiv secdesi”ni gerektirir. Ancak İbn-i Mesud ve Hz. Aişe (R.anha) den: Son iki rekâtta kıraat konusunda kişinin serbest olduğu, dilerse okuyabileceği, dilerse tesbih getireceği görüşü rivayet edilmiştir.
Konunun başında ifade ettiğimiz gibi İmam-ı Azama göre en az iki ve daha fazla kelime olan bir kısa ayet okumak namazda farz olan kıraat için yeterli olan miktardır. Ancak مُدْهَامَّتَانِ gibi bir kelime veya «ق», «ن», «ص» gibi bir harf olan bir ayet okursa en sahih olan görüşe göre yeterli olmaz. Çünkü bu bir kıraat sayılmaz. (Şeyh Nizamuddin ve heyet el-Feteva-ı Hindiyye cilt:1 shf:69)
“Ayetel Kürsî” ve “Mudayene” ayeti gibi uzun bir ayetin yarısını bir rekâtta diğer yarısını diğer rekatta okuyacak olursa, fukahanın geneli bunun caiz olduğu görüşündedir. (Aynı eser cilt:1 shf:69)
RUKU
Namazın rukunlerinden biri de rukudur. Ruku eller dizlere ulaşacak şekilde öne doğru eğilmektir. Baş ve sırtın düz bir satıh oluşturacak şekilde eğilmek, Peygamber Efendimizin uygulamasına en uygun olan ruku şeklidir. Ayakta namaz kılan bir kimsenin ruku için sadece başını eğmesi yeterli olmaz.
Allahu Tealâ şöyle buyuruyor:
يَا اَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا ارْكَعُوا
“Ey iman edenler! Ruku ediniz.” (Hac 77)
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) arabiye namazı talim ettiğinde şöyle buyurmuştur: Sonra Kurandan kolayına geleni oku, sonra da ruku et. (el-Mavsılî- el-ihtiyar cilt:1 shf:51)
Kıyamdan rukua giderken tekbir getirir. ellerini parmaklar açık olarak dizleri üzerine onları kavrayarak koyar. Çünkü Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Enes (R.a)e şöyle demiştir:
اِذاَ رَكَعْتَ فَضَعَ يَدَيْكَ عَلىٰ رُكْبَتَيْكَ وَفَرِّقْ بَيْنَ اَصَابِعَكَ
“Ruku ettiğin zaman, ellerini dizlerinin üzerine koy ve parmaklarının arasını aç.”
Rukuda başını ne yükseltir ne de alçaltır. Rukuda ruku tesbihleri miktarınca azaları istikrar bulacak şekilde durarak mutmain olur.
Ebu Katadenin rivayet ettiğine göre Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
اَسْوَأُ النَّاسِ سَرِقَةً اَلَّذِى يَسْرَقُ مِنْ صَلاَتِهِ قِيلَ كَيْفَ يَسْرَقُ مِنْ صَلاَتِهِ قاَلَ: لاَيُتِمُّ رُكُوعَهَا وَلاَ سُجُودَهَا وَلاَ خُشُوعَهَا
“Hırsızların en kötüsü namazından çalandır. Kendisine kişi namazından nasıl çalar? diye sorulunca şöyle buyurdu: Ruku ve secdesini ve secdesini ve huşuunu tam yapmaz.”
İmama rukuda iken yetişen kişi, ayakta tekbir alır, sonra da rukua gider. Şayet tekbiri rukua yakın bir vaziyette iken alırsa, namazı fasit olur.
İmama rukuda yetişen kişi, o rekâta yetişmiş olur. Bir kimse imam rukuda iken tekbir alsa, imam rukudan kalktıktan sonra rukua gitse tekbiri ayakta aldığı için namaza başlamış olur. Fakat o rekâta yetişmiş olmaz.
Bir kimse imamından önce rukua gitse ve imamı rukua eğilmeden önce rukudan kalksa bakılır; eğer bu ikiş imamı rukuda iken tekrar rukua gider ve imamıyla beraber ruku ederse namazı geçerli olur. Yoksa namazı bozulur.
Namazın rukunlarından biri de secdedir. Secde rukudan sonra tekbir alarak yapılır. Önce dizlerini sonra ellerini sonra da parmaklarını birleştirerek iki eli arasında yüzünü yere koyar. Pazularını yanlarına doğru açar. Karnını uyluklarından uzaklaştırır. ayaklarının parmaklarını kıble tarafına doğru çevirir. kadın pazularını yanlarına doğru açmaz. Bilâkis yanlarına yanaştırır. Karnını da uyluklarına yapıştırır. Bu, secdenin en kâmil manada yapılışıdır.
Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor:
أُمِرْتُ اَنْ أَسْجُدَ عَلىٰ سَبْعَةِ اَعْظُمٍ : اَلْوَجْهِ وَاْلكَفَّيْنِ وَالرُّكْبَتَيْنِ وَاْلقَدَمَيْنِ
“Yedi kemik üzerine secde etmekle emrolundum. Bunlar, yüz, iki el, iki diz ve ayaklardır.”
Secde alın ve burun üzerine yapılır. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) devamlı bu şekilde secde etmiştir. Sadece burnu üzerine secde yaparsa İmam-ı Azama göre bir özür olmasa bile kerahatla beraber caizdir. İmameyn (Ebu Yusuf ve Muhammed)e göre bir özür olmaksızın caiz olmaz. Çünkü Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
مَكِّنْ جَبْهَتَكَ وَاَنْفَكَ فىِ اْلاَرْضِ
“Alnını ve burnunu yere yerleştir.”
İmam-ı Azam delil olarak şöyle demiştir: Tek başına burun secdeye mahaldir. Zira alında bir özür olduğu zaman sadece burun üzerine secde etmek caizdir. Şayet tek başına burun secdeye mahal olmasaydı, yanak ve çene gibi üzerine secde etmek caiz olmazdı.
Alnı ve burnu üzerinde secde etmeye engel bir özür bulunsa ne yanağı ne de çenesi üzerine secde etmez. Secdesini ima (baş işareti) ile yapar.
Secdede elleri ve dizleri yere koymak farz değil, sünnettir.
Secdede ayakları yere koymak.
اُمِرْنَا اَنْ نَسْجُدَ عَلىٰ سُبْعَةِ اَعْظُمٍ
“Yedi kemik üzerine secde etmemiz ile emrolunduk.” (Buhari)
اَمَرَ النَّبِىُّ اَنْ نَسْجُدَ عَلىٰ سَبْعَةِ اَعْضَاءٍ
“Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) yedi aza üzerine secde etmemizi emretti.” (Müslim)
Bu ve daha önce zikrettiğimiz hadis-i şerifler en kâmil manada secdenin olabilmesi için yedi azanın secdede konulması gereken yere konulmasıyla olur ki, bunu zikretmiştik.
Bu yedi azadan ikisi ayaklardır. Namaz kılan secdede ayaklarını yere koymasa secdesi caiz olmaz. Ayağı yere koymaktan maksat parmakları yere koymaktır. Secdenin olabilmesi için ya iki ayağının veya bir ayağının parmaklarını yere koyması gerekir. Seçkin olan görüş budur. Bir ayağının bir parmağını veya ayağın üstünü yere koymak secde için yeterli olmaz.
Aynı namazı kılan kişinin sırtı üzerine kalabalıktan dolayı secde etmek caizdir. Sırtına secde ettiği kişi secde edenin kıldığı namazı kılmıyorsa secde geçerli olmaz.
Bir sertliği olan ve üzerinde alnın yerleşip karar kılabileceği herşey üzerine secde etmek caizdir. konulduğu zaman alnın karar kılamadığı atılmış pamuk, saman gibi şeyler üzerine secde caiz olmaz.
Elbisenin fazlası üzerine ve sarığın dolamı üzerine secde etmesi caizdir. Yeter ki elbisesinin fazlası temiz bir yer üzerinde olsun, sarığın dolamı da alna bitişik bulunsun.
Şayet alnını küçük bir taş üzerine koyarsa bakılır; eğer alnının çoğunu yer üzerine koyarsa caiz olur. Yoksa olmaz.
Her bir rekâtta iki secde yapılır. İkinci secde birinci secde gibi farzdır. Bu hususta ümmetin icmaı vardır. Bu iki secdeden birini kasden terkederse namaz fasit olur. Yanılarak terkederse son oturuştan önce hatırlanırsa, hemen o secde bu secde yapılır. Sonra son oturuş tekrar edilir. Sonra da sehiv secdesi yapılır.
Malum olduğu üzere ruku ve secde namazın rukunlerinden olduğu için farzdır. Bu farzların yerine getirilmesi için ruku ve secde tesbihlerinin asgarisi olan üç tesbih miktarı beklemek şart değildir. Ruku ve secde denilecek miktar beklemek farzın yerine getirilmesi için yeterlidir. Ancak ruku ve secdenin sünnet vechi üzerine yerine getirilmesi ruku ve secde tesbihlerini en az üç defa okumakla olur. (Şeyh Nizamuddin ve heyet el-Feteva-ı Hindiyye cilt:1 shf: 70, Kemal İbn-i Humam Fethul Kadir cilt:1 shf:263-267 el- Mavsılî- el-ihtiyar cilt:1 shf:52)
SON OTURUŞ
Namazın sonunda teşehhüd miktarı oturmak da namazın rukunlerinden biridir.
Teşehhüd miktarı “Ettehiyyatü”yü okuyacak miktardır.
Namaz kılan, ikinci rekâtın ikinci secdesinden başını kaldırdığı zaman, sol ayağını yayar ve üzerine oturur. Sağ ayağını parmakları kıbleye gelecek şekilde diker. Ellerini uylukları üzerine koyar parmaklarını kıble tarafına çevirir. Ve İbn-i Mesudun teşehhüdünü okur.
İbn-i Mesudun teşehhüdü:
اَلتَّحِيَّاتُ ِللهِ وَالصَّلاَوَاتُ وَالطَّيِّبَاتُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْك اَيُّهَا النَّبِىُّ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْنَا وَعَلىٰ عِبَادِ اللهِ الصَّالِحِينَ اَشْهَدُ اَنْ لاَاِلٰهَ اِلاَّ اللهُ وَاَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّداً عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ
Bu dua miracta Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)in Allahu Tealâ ile olan karşılıklı mükâlemesi sırasında geçen konuşmadır.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) zaman ve mekândan münezzeh olan Allahu Tealâya:
اَلتَّحِيَّاتُ ِللهِ وَالصَّلاَوَاتُ وَالطَّيِّبَاتُ
Her çeşit azamet mülk, bedenle yapılan ibadetler ve salih ameller Allah (c.c)a aittir, deyince Allahu Tealâ karşılık olarak:
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ اَيُّهَا النَّبِىُّ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ
“Ey Peygamber! Allahın selâmı rahmeti ve bereketleri senin üzerine olsun.” diyerek Rasulullaha iltifat etti. Sonra Rasulullah (a.s.) Allahu Tealânın bu iltifatına diğer peygamberleri, melekleri ve iyi kulları ortak ederek:
اَلسَّلاَمُ عَلَيْنَا وَعَلىٰ عِبَادِ اللهِ الصَّالِحِينَ
“Allah (c.c)ın rahmeti bizim ve bütün salih kulların üzerine olsun.” buyurdu. Ve bu konuşmalara şahid olan melekler:
اَشْهَدُ اَنْ لاَاِلٰهَ اِلاَّ اللهُ وَاَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّداً عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ
“Şehadet ederim ki, Allah (c.c)tan başka hiçbir ilâh yoktur. Ve yine şehadet ederim ki Muhammed (a.s) Allah (c.c)ın kulu ve elçisidir.” dediler.
Dört ve üç rekât farz namazların, vitir ve müekked sünnetlerin birinci oturuşunda ettehiyyatü üzerine bir şey ziyade etmez. Dört rekâtlı nafile ve gayr-ı müekked sünnetlerde ziyade eder.
Namaz kılan bir kimse iki rekâtlı farz namazın son oturuşunda oturmayıp ayağa kalkar ve o rekâtın secdesini yaparsa, bu namazın farz olma vasfı nafile olmaya intikal eder. Ve namaza bir rekât daha ilâve edip oturur.
Dört rekâtlı bir farz namazın dördüncü rekâtında son oturuş için oturması gerekirken yanılarak beşinci rekâta kalksa, bu rekât için secde etmeden yanıldığını anlasa oturur. Ve yanılmasından dolayı sehiv secdesi yapar. Çünkü son oturuşu tehir etmiştir.
Dördüncü rekâtta teşehhüd miktarı oturur sonra onu birinci oturuş zannederek beşinci rekâta kalkarsa, bu beşinci rekat için secde etmeden yanıldığını anlarsa oturur ve teşehhüdü iade etmeden selâm verir. Şayet beşinci rekâtın secdesini yaparsa, namaza bir rekât daha katar. Bu durumda son oturuş yerinde yapıldığı için farz namazı tamam olmuş olur. Dört rekâta kattığı iki rekât onun için nafile olur. Selâmı tehir ettiği için sehiv secdesi yapar. (el-Meydanî el-Lübab fi şerhil Kitab c.1 sh.104, Şeyh Muhammed b. Süleyman Mecmaul Enhur (Damat) cilt.1 shf.96-97, el-Masılî-el-ihtiyar cilt:1 shf:53)
NAMAZIN VACİBLERİ
Namazın bir takım vacibleri vardır ki, onları terketmekle namaz bozulmaz. Fakat kasden bir vacibi terkederse veya sehven (yanılarak) terkedip sehiv secdesi yapmazsa, namazı iade etmesi vacibtir. Şayet iade etmezse fasık ve günahkâr olur. Tahrimî kerahatla kılınan her namaz böyledir.
Tercih edilen görüşe göre tekrarlanan namaz, birinci namazı tamamlamak için sehiv secdesi mesabesindedir. Çünkü farz namaz tekrarlanmaz. Üzerindeki farz namaz borcundan kurtulma, mekruh olmakla birlikte birinci namazla meydana gelmiştir. (İbn-i Abidin Reddül Muhtar cilt:1 shf:456)
Bu vacibler şunlardır:
1- Namaza başlarken sırf Allah (c.c)a tazim ifade eden lâfızlar arasından اَللهُ اَكْبَرْ (Allahu Ekber) lâfzıyla başlamak.
2- Fatihayı okumak.
İmam-ı Azama göre Fatihanın tamamını okumak vacibtir. İmameyne göre ise çoğunu okumak vacibtir. İkinci görüşe göre Fatihanın çoğunu terkedenin sehiv secdesi yapması gerekir. Azını terkederse gerekmez.
“Mücteba” isimli eserde: Fatihadan bir ayet terkeden sehiv secdesi eder denilmiştir ki, evlâ (daha iyi) olan da bu görüştür.
3- Zamm-ı Sure
Fatihâyı uzun bir ayet veya üç kısa ayet katmak. Farz namazların ilk iki rekâtında Fatihadan sonra Fatihadan başka bir sure veya bir miktar ayet-i kerime okumak. Vitir ve nafile namazların her rekâtından sonra bir sure veya bir miktar ayet-i kerime okumak vacibtir.
Ayrıca Fatihanın zamm-ı sureden önce okunması da vacibtir. Fatihadan önce zamm-ı sure okurken yanlış yaptığını anlarsa kıraatı kesip önce Fatihayı sonra da sureyi okur. Ve namazın sonunda sehiv secdesi yapar. (İbn-i Abidin Reddül Muhtar cilt:1 shf:456)
4- Farz olan kıraatın ilk iki rekâta tahsis edilmesi.
Farz namazlarda Kuran okumanın nerede farz olduğu hususunda üç görüş vardır.
1) Kıraatın yeri belirlenmiş olarak ilk iki rekattır. “Bedayî” sahibi bu görüşü sahih saymıştır.
2) Kıraatın yeri tayin edilmiş olmaksızın namazın iki rekâtıdır. Yanî; kıraatı ilk iki rekâta tayin etmek vacibtir. Mezhebte meşhur olan görüş budur.
3) Kıraatı ilk iki rekâta tayin etmek daha faziletlidir. Bu görüş zayıftır. (İbn-i Abidin Reddül Muhtar cilt:1 shf:409)
5- İlk iki rekâtta Fatihanın bir defa okunması tekrar edilmemesi.
6- Kıraatın aşikâr yapılacağı yerde aşikâr gizli yapılacağı yerde gizli yapılması.
Farz namaz ya cemaatla kılınır ya da tek başına. Cemaatla kılınan namazlarda imamın kıraati aşikâr etmesinin vacib olduğu namazlar şunlardır.
a) Sabah namazı
b) Akşam ve yatsı namazlarının ilk iki rekâtı
c) Bayram namazları
d) Cuma namazı
e) Teravih namazı
f) Ramazanda vitir namazı.
Tek başına namaz kılan, sabah namazında, akşam ve yatsının ilk iki rekâtında dilerse kıraatı açıktan yapar, dilerse gizli yapar. Gece nafilelerinde de böyledir. Fakat öğle ikindi namazları ile gündüzleyin kılacağı nafile namazlarda gizlice kıraat etmesi vacibtir.
7- Vitir namazında kunut.
Kunut mutlak surette duadır. Hangi dua, ile olursa olsun vacib yerini bulur. Özellikle:
اَللّٰهُمَّ اِنَّا نَسْتَعِينُكَ ...yi okumak sünnettir.
Kunut tekbiri almakta kıraata tabi olarak vacibtir. Vitirde kunutun vacib olması İmam-ı Azam (Ramimehullah)a göredir. İmameyn (Ebu Yusuf ve İmam-ı Muhammed)e göre kunut sünnettir. Çünkü onlara göre vitir namazının kendisi sünnettir.
8- Üç veya dört rekatlı namazlarda ilk oturuş. (Yani; ilk iki rekâtın sonunda oturmak) vacibtir.
Bu ilk oturuş en sahih görüşe göre nafile namazlarda da vacibtir. Nafile namazların her iki rekâtı başlı başına bir namaz sayılsa da oturmak ancak namazdan çıkmak için farz kılınmıştır. Üçüncü rekâta kalkmasıyla önceki rekâtların namazdan çıkma zamanı olmadığı anlaşılmıştır. Ve o oturuş farz olmaz.
9- Tadili erkân
Tâdili erkan: Azayı, ruku ve secdede iken ve Kemal İbn-i Humamın tercihine göre ruku ile secdeden doğrulurken bir tesbih miktarı sakinleştirmektir. “Hidaye”, “Kenz”, “Vikaye” ve “Mülteka” sahibleri de tadili erkânın İmam-ı Azam ve İmam-ı Muhammede göre vacib olduğuna hükmetmişlerdir. “Kerhî”nin tahrici de budur.
“Cürcanî”nin Zabt ve tahricine göre, İmam-ı Azam ve İmam-ı Muhammed nezdinde tadili erkân sünnettir.
“Bahr” sahibi: Delil, bu dört şeyde; yani ruku, sucud, kavme ve celse de azanın sukunet bulmasının vacib olmasını gerektiriyor, demiştir.
Ebu Yusufa göre tadili erkân farzdır. (yani farz-ı amelîdir.)
Kavme: Secdeye gitmek için rukudan ayağa kalkma halindeki duruştur.
Celse: İki secde arasındaki oturmadır.
10- Namazların her oturuşunda teşehhüdde bulunmak; yani “Ettehiyyatü”yü okumak.
Birinci ve ikinci teşehhüdün hepsini veya bir kısmını terketmekle sehiv secdesi lâzım gelir. Birinci teşehhüdü okuduktan sonra hiç fasıla vermeden üçüncü rekâta kalkmakta vacibtir. Şayet yanılarak bir rukun miktarı (اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ) denilecek miktar) uzatırsa sehiv secdesi yapması gerekir. Çünkü teşehhüdü uzatmakla farz olan kıyam tehir edilmiş olur.
11- Namazda okunan secde ayetinden dolayı tilâvet secdesi yapmak
12- Sehiv secdesi yapılmasını gerekli kılan bir fiilde bulunmuşsa, ondan dolayı sehiv secdesi yapmak
13- Ramazan ve Kurban bayramı namazlarının her iki rekâtında zaid (ilâve) üçer tekbir almak
14- Bayram namazlarının ikinci rekâtında rukua giderken tekbir almak
15- Farz olan bir fiili geciktirmemek (Bunun misali 10. maddede zikredilmişti.)
16- Secdede alınla beraber burnu da yere koymak. Sadece alın üzerine secde etmekle yetinmemek.
17- Namazın sonunda selâm vermek. Yani sağa ve sola selâm vermek. (اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ) demek. اَلسَّلاَمُ demek vacibtir.
عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ demenin vacib olduğu açıkça beyan edilmiş değildir.
En sahih görüşe göre ikinci selâm da vacibtir. Bazıları sünnet olduğunu söylemişlerdir. Genele göre birinci selâmla namazdan çıkılmış olur.
Tecnis sahibi: İmam namazı bitirir de اَلسَّلاَمُ dedikten sonra bir adam gelecek عَلَيْكَمْ demeden ona uyarsa imamın namazına girmiş sayılmaz. (İbn-i Abidin Reddül Muhtar cilt:1 shf:456-469, Şeyh Nizamuddin ve heyet el-Feteva-ı Hindiyye cilt:1 shf:71-72, Şeyh Muhammed bin Süleyman Mecmaul Enhur (Damat) cilt:1 shf: 97-98-99)
NAMAZIN SÜNNETLERİ
Malûm olduğu üzere farzın terki namazın bozulmasını, vacibin terki ise sehiv secdesini gerektirir. Sünnetin terki namazın bozulmasını veya sehiv secdesini gerektirmez. Fakat alay etmeksizin kasden terkedilirse nankörlük olur. Sünneti alay için terkeden kimse kâfir olur. Çünkü “Nehir” isimli eserde “Bezzaziye” isimli eserden naklen şöyle denilmiştir: Sünneti hak itikat etmeyen kâfir olur. Çünkü bu, onunla alaydın. Zira sünnet din alimlerinin meşru olduğuna ittifak ettikleri şeri hükümlerden biridir.
1- İftitah tekbirini almak için erkeklerin ellerini kulak hizasına kaldırmaları. Çünkü Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) namazı açarken tekbir getirir sonra kulak yumuşaklarını hizalayıncaya kadar ellerini kaldırırdı, daha sonra “Sübhaneke”yi sonuna kadar okurdu. Kadınların ise ellerini omuz hizasına kadar kaldırmaları sünnettir.
2- İftitah tekbiri için elleri kaldırırken parmakları açmak.
Burada parmakları açmaktan maksat ne tamamen kapatmak ne de tamamen kapatmak ne de tamamen açmaktır. Bilâkis parmakları açma ve kapama olmadan kendi heline bırakmaktır. Çünkü Peygamber Efendimiz tekbir getirdiği zaman parmakları açık olduğu halde ellerini kaldırırdı.
3- İmama uyanın iftitah tekbirinin, imamın iftitah tekbirine yakın olması. Bu, İmam-ı Azama göredir. İmameyn (Ebu Yusuf ve İmam-ı Muhammed)e göre imama uyacak olan kimse imam iftitah tekbiri getirdikten sonra tekbir getirir.
4- Erkeklerin sağ elleri sol ellerinin üstünde olarak göbeğinin altına koyması; yani sağ elin seçre ve baş parmaklarını sol bileğin iki tarafından halka yapmak üzere sa elin içini sol elin üstüne koymaktır.
Hz. Alinin hadisi şöyledir:
اِنَّ مِنَ السَّنَّةِ وَضْعُ الْيُمْنٰى عَلَى الشِّمَالِ تَحْتَ السَّرَّةِ
“Göbeğin altında sağ eli sol el üzerine koymak sünnettir.”
5- Kadınların halka yapmaksızın sağ ellerini sol ellerinin üzerinde göğüslerinin üzerine koymaları.
6- Birinci rekâtta gizlice “sübhaneke”yi okumak.
7- “Sübhaneke”yi okuduktan sonra gizlice “Euzu” çekmek. Yani;
اَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ demek.
8- Her rekâtın evvelinde “Fatiha”dan önce “besmele” çekmek. Yani;
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ demek.
9- “Fatiha”nın bitiminde gizlice amin demek.
10- İmama uyan ve tek başına kılanın ittifakla “tahmid” etmesi.
Tahmid: رَبَّنَالَكَ الْحَمْدُ demektir.
İmameyne göre imamın da tahmid etmesi sünnettir. Ayrıca namaz içindeki tekbirler ve tesmiler de sünnettir. Yani rukua giderken اَللهُ اَكْبَرُ demek rukudan kalkarken سَمِعَ اللهُ لِمَنْ حَمِدَهُ demek ki; bu, tesmidir. Ve diğer tekbirler.
11- İftitah tekbirini alırken ve bitirirken başı eğmeden dosdoğru durmak.
12- İmamın tekbir (Allahu ekber) ve tesmi (Semiallahu limen hamide)i aşikâr söylemesi. Çünkü imamın, namaza başlamayı ve namaz içindeki intikalleri cemaata bildirmesine ihtiyaç vardır.
13- Kıyamda ayakların arasını dört parmak açık tutmak. Çünkü böyle durmak huşua en yakın olandır.
14- Eğer kişi mukım (yolcu olmayan) ise ve bir zarurette yoksa Fatihadan sonra, sabah ve öğle namazlarında “tıval-ı mufassal”dan, ikindi ve yatsı namazlarında “evsat-ı mufassal”dan, akşam namazında ise “Kısar-ı mufassal”dan okuması.
Tıval-ı Mufassal: “Hucurat” suresinden “Buruc” suresine kadar olan yerdir.
Evsat-ı mufassal: “Buruc” suresinden “Beyyine” suresine kadar olan yerdir.
Kısar-ı mufassal: “Beyyine” suresinden sonuna kadardır.
15- Sadece sabah namazında birinci rekâtı ikinci rekât üzerine uzatmak.
İmam-ı Muhammede göre bütün namazlarda birinci rekâtı ikinci rekât üzerine uzatmak daha iyidir. İkinci rekâtı birinci rekât üzerine uzatmak ittifakla mekruhtur.
16- Ruku tekbiri; yani kıyamdan rukua giderken “Allahu Ekber” demek. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) rukudan kalkma durumu dışında her alçalma ve kalkışta tekbir getirirdi. Rukudan kalkışta ise tesmi ederdi (yani; Semiallahu limen hamide derdi).
17- Rukuda üç defa ruku tesbihi olan سُبْحَانَ رَبِّىَ الْعَظِيمِ demek.
Çünkü Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor:
اِذَا رَكَعَ اَحَدُكُمْ فَلْيَقُلْ ثَلاَثَ مَرَّاتٍ
سُبْحَانَ رَبِّىَ الْعَظِيمِ
“Biriniz ruku ettiği zaman üç kere “sübhane rabbiyel azim” desin.”
İmama uyan üç defa demeyi tamamlamadan imamı ayağa kalkarsa, sahih olan görüş imama tabi olup ayağa kalkmasıdır.
18- Ruku halinde elleriyle dizlerini kavraması
19- Erkeklerin rukuda ellerinin parmaklarını ayırması. Çünkü Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Enes (r.a)e şöyle demiştir:
اِذَا رَكَعْتَ فَضَعْ يَدَيْكَ عَلٰى رُكْبَتَيْكَ وَفَرِّجْ بَيْنَ اَصَابِعَكَ
“Ruku ettiğin zaman avuçlarını dizlerinin üzerine koy ve parmaklarının arasını aç.”
20- Kadınların rukuda parmaklarını açmaksızın dizlerinin üzerine koyması.
21- Erkeklerin rukuda dizlerini dik tutması. Kadınlar rukuda dizlerini bükük tutarlar.
22- Erkeklerin rukuda sırtlarını düzgün tutmaları. Başlarını kuyruk sokumuyla paralel bulundurmaları. Çünkü Peygamber Efendimiz ruku ettiği zaman sırtını düzgün tutardı.
O kadar ki üzerine su dökülse orada karar kılardı. Rivayet edilmiştir ki: Su bardağı sırtı üzerine konacak olsaydı sırtı düzgün olduğu için hareket etmezdi.
23- Secdeye gitmek için önce dizlerini sonra ellerini ve sonra yüzü yere koymak.
24- Secdede kıyama kalkarken bunun tam aksini yapmak; yani önce yüzü sonra elleri daha sonra dizleri kaldırmak.
25- Secdeyi iki elin arasına yapmak.
26- Secdelerde üç defa سُبْحَانَ رَبِّىَ اْلاَعْلٰى demek. Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor:
وَاَذِا سَجَدَ فَلْيَقُلْ سُبْحَانَ رَبِّىَ اْلاَعْلَى ثَلاَثَ مَرَّاتٍ
“(Biriniz) Secde ettiği zaman üç kere “Sübhane rabbiyel ala” desin.
27- Erkeğin secdede karnını uyluklarından, iki dirseğini böğürlerinden uzak tutması, kolunu da yerden uzak tutması.
28- Kadınların secdede karınlarını uyluklarına yapıştırması.
29- İki secde arasında ellerini uylukları üzerine koyması.
30- Secde oturuşlarıyla teşehhüd oturuşlarında sol ayağı yere yatırıp üzerine oturması ve sağ ayağını parmakları kıbleye gelecek şekilde dikmesi.
31- Kadınların sağrıları üzerine oturmaları, uyluklarından birini diğerinin üzerine koymaları ve sol ayaklarını sağ kabaları tarafından çıkarmaları. Çünkü bu durum kadınları daha örtücüdür.
32- Tahiyyatta şehadet getirirken işaret parmağıyla işaret etmek. “Lâ ilâhe” derken kaldırmak “illellah” derken indirmek. Çünkü Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) işaret parmağını kaldırmıştır.
Herkim Peygamber Efendimiz asla parmağını kaldırmamıştır derse rivayete ve dirayete muhalefet etmiş olur.
33- Son oturuşta Peygamber Efendimize salâvat getirmek.
Bu salâvatın tercih edilen şekli şudur:
اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلٰى آلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ كَمَاصَلَّيْتَ عَلٰى سَيِّدِنَا اِبْرَاهِيمَ وَعَلٰى آلِ سَيِّدِنَا اِبْرَهِيمَ اِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ وَبَارِكْ عَلىٰ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلىٰ آلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ كَمَا بَارَكْتَ عَلىٰ سَيِّدِنَا اِبْرَاهِيمَ وَعَلىٰ آلِ سَيِّدِنَا اِبْرَاهِيمَ اِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ
“Ey Allahım! Efendimiz. Büyüğümüz Muhammede ve Efendimiz H. Muhammedin âline salât et. Onların şeref ve kadrini yücelt. Efendimiz Hz. İbrahim ve Efendimiz Hz. İbrahimin âline salât ettiğin gibi. Ve Efendimiz Muhammede ve Efendimiz Muhammedin âlini mübarek kıl; Efendimiz İbrahim ve İbrahim (a.s)in ailesini mübarek kıldığın gibi. Şüphesiz ki sen hamidsin, mecidsin.
34- Salli Barikten sonra Kuran ve sünnet lâfıyla dua etmek.
Mutad olan dua şu ayet-i kerimedir.
رَبَّنَا آتِنَا فىِالدُّنْيَا حَسَنَةً وَفىِ اْلآخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
“Ey Rabbımız! Bize dünyada bir güzellik ahirette de bir güzellik ver. Ve bizi ateş azabından koru.”
35- Selâm verirken önce sağa sonra sola dönmek.
36- İmamın iki tarafa selâm verirken arkasında namaz kılan müminler ile hafaza meleklerine ve cinlerin iyi olanlarına selâm vermeye niyet etmesi.
37- İmama uyanın, imam sağında ise sağa selâm verdiğinde, solunda ise sola selâm verdiğinde, önünde ise her iki tarafa selâm verdiğinde imama, cemaata, koruyucu meleklere ve salih olan cinlere niyet etmesi.
38- Yalnız başına namaz kılan kişinin selâmı ile sadece meleklere selâm vermeye niyet etmesi. Çünkü bu kişinin yanında başkaları bulunmamaktadır.
39- İkinci selâmda sesini birinci selâmdan daha alçak tutması.
40- Cemaatın selâmının imamın selâmına yakın olması.
41- Selâma sağdan başlamak.
42- Mesbuk (rekât kaybı olan)ın imamın ikinci selâmını bitirmesini beklemesi. (Merakıl Felah (Tahtavînin hamişinde. 171.175 Şeyh Nizamuddin ve heyet el-Feteva-ı Hindiyye cilt:1, shf:73-74)
NAMAZIN ADABI (EDEBLERİ)
Edeb: Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)in bazan yapıp bazan yapmadığı şeylerdir. Bunlara “mendub” veya “müstehab”ta denir. Bunların terki kınanmayı gerektirmez. Ancak namaz gibi pek mühim bir ibadeti yerine getirirken en ince ayrıntısına kadar her şeyine riayet edip güzel bir şekilde yerine getirmek kişinin bu ibadete verdiği önemin ve ibadetlerdeki samimiyetin bir işaretidir.
Bu edebler şunlardır:
1) İftitah tekbiri alırken erkeklerin ellerini yenlerinden çıkarması. Kadınlar ise, kollarının açılmaması için ellerini örterler.
2) Kadın olsun erkek olsun namaz kılarken ayakta secde yerine, rukuda ayaklarının üzerine, secdede burnun iki kanadına, otururken kucağına, selâmda sağ ve sol omuzlarının başına bakması.
Karanlık bir gecede namaz kılıyorsa bu durumda Allah (c.c)ın azametini mülahaza eder.
3) Gücü yettiğince öksürüğünü gidermeye çalışmak.
4) Esneme esnasında velev dişleriyle olsun dudaklarını ısararak ağzını kapalı tutmak. Şayet bu mümkün olmazsa, eliyle veya yeniyle ağzını kapatır.
Çünkü Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor:
اَلتَّثاؤُبُ فىِالصَّلاَةِ مِنَ الشَّيْطَانِ فَاِذاَ تَثَائَبَ اَحَدُكُمْ فَلْيَكْظُمْ مَا اسْتَطَاعَ
“Namazda esnemek şeytandandır. Biriniz esnediği zaman gücü yettiğince ağzını örtsün.”
5) Müezzin ikamet ederken حَىَّ عَلَى اْلفَلاَحِ
dediğinde imam ve cemaatın ayağa kalkması. Bu imam mihraba yakın bulunmazsa her saf, imam aralarından geçeceği zaman ayağa kalkar.
6) قَدْ فَّامَتِ الصَّلاَةُ denilirken imamın namaza başlaması. Bu İmam-ı Azam ve İmam-ı Muhammede göredir. Ebu Yusufa göre imam, müezzin ikameti bitirdikten sonra namaza başlar.
İkamet edilirken bir kimse camiye girse oturur. Sonra cemaatla beraber ayağa kalkar. İkametin bitmesini ayakta beklemez. (Merakıl Felah (Tahtavînin hamişinde) shf:185-186, Şeyh Nizamuddin ve heyet el-Fetava-ı Hindiyye cilt:1, shf:77)
NAMAZIN MEKRUHLARI
1- Namazın vaciblerinden bir vacibi kasden terketmek. Örneğin Fatihayı veya Fatihadan sonra bir sure okumayı terketmek.
2- Namazın sünnetlerinden bir sünneti kasden terketmek. Örneğin: Ruku ve secde tesbihlerini terketmek.
3- Namaz kılan kişinin elbise ve bedeniyle oynaması. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor:
اِنَّ اللهَ كَرِهَ لَكُمْ ثَلاَثاً اَلْعَبَثَ فىِ الصَّلاَةِ وَالرَّفَثَ فىِالصِّيَامِ وَالضِّحْكَ فىِالْمَقَابِرِ
“Allah (c.c) size üç şeyi kerih gördü: Namazda (luzumsuz bir şekilde) oynamak, orutça çirkin ve müstehcen şeyler söylemek ve kabirlerde gülmek.
4- Secde yapabilmek için çakıl taşlarını atmak. Ancak bir defa olursa mekruh olmaz.
5- Bir defa dahi olsa parmakları çıtlatmak. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor:
وَلاَ تُفَرْقِعْ اَصَابِعَكَ وَاَنْتَ فىِالصَّلاَةِ
“Namazda iken parmaklarını çıtlatma.”
6- Namazda el parmaklarını birbirine geçirmek. Hatta namaza giderken parmakları birbirine geçirmek mekruhtur. Ahmed Ebu Davut ve onlardan başkası merfu olarak şöyle rivayet etmişlerdir:
اِذَاتَوَضَّأَ اَحَدُكُمْ فَاَحْسَنَ وُضُوأَهُ ثُمَّ خَرَجَ عَامِدًا اِلٰى الْمَسْجِدِ فَلاَيُثَبِّكْ بَيْنَ يَدَيْهِ فَاِنَّهُ فىِصَلاَةٍ
“Biriniz abdest alıp, abdestini güzel yapar sonra da mescidi kasdederek çıkarsa, ellerini birbirine geçirmesin. Çünkü o, namazdadır.”
7- Elini böğrüne koymak. Çünkü böyle yapmakla, sağ el sol elin üzerinde ve onu kavrayıcı olarak göbeğin altına elleri koyma sünneti terkedilmiş olur.
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor:
اَ ْلأِخْتِصَارُ فىِالصَّلاَةِ رَاحَةُ اَهْلِ النَّارِ
“Namazda elleri böğre koymak, cehennem ehlinin rahatıdır.”
8- Namazda boynu sağa sola çevirmek.
Hz. Aişe (R.anha) şöyle demiştir: Rasulullaha erkeğin namazda sağa sola boynunu çevirmesinden sordum? Şöyle buyurdular:
هُوَ اِخْتِلاَسٌ يَخْتَلِسُهُ الشَّيْطَانُ مِنْ صَلاَةِ الْعَبْدِ
“O, şeytanın kulun namazından çaldığı bir hırsızlamadır.” (Bu Hadisi Buhari rivayet etmiştir.)
9- Dizlerini dikip kaba etleri üzerine oturmak. Ebu Hureyre şöyle demiştir:
نَهَانِى خَلِيلِى عَنْ ثَلاَثٍ اَنْ اَنْقَرَ نَقْرَ الدِّيكِ وَاَنْ اِقْعَاءَ اْلَكَلْبِ وَاَنْ اَقْتَرِشَ اِفْتَرِاشَ الثَّعْلَبِ
“Arkadaşım üç şeyden beni nehyetti: Horozun yem gagalaması gibi acele namaz kılmaktan, köpeğin oturması gibi oturmaktan (yani kaba etleri yere koyup dizleri dikmek) tilkinin kollarını yere sermesi gibi kolları yere sermekten.”
10- Secdede kollarını yere sermek.
11- Erkeklerin namazda kolları açık bulundurması.
12- Gömlek giymeye gücünün yetmesiyle beraber yalnız şalvarla namaz kılmak.
13- Eliyle selâm almak.
14- Özürsüz olarak bağdaş kurmak. Çünkü namazdaki oturma sünnetini terketmiştir. Namazın dışında bağdaş oturmak mekruh değildir. Çünkü Peygamber Efendimizin namaz dışında oturmasının büyük bölümü bağdaş kurarak olurdu.
15- Erkeklerin uzatmış oldukları saçlarını başlarının üzerinde bağlamış oldukları halde namaz kılmaları. Çünkü Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) saçlarını bu şekilde bağlamış olarak namaz kılan bir adama uğramış ve ona şöyle buyurmuştu:
دَعْ شَعْرَكَ يَسْجُدْ مَعَكَ
“Saçını çöz, seninle beraber secde etsin.”
16- Başına mendil bağlamak veya sarığı başın etrafına dolayıp orta yeri açık bırakmak.
17- Secde etmek istediği zaman ön veya arka tarafından elbisesini yukarı doğru çekmek. Çünkü bu, namaz için olması uygun olan huşua manidir.
18- Elbisesini başı ve omuzları üzerine koyup, ellerini elbiseye girdirmeksizin aşağı doğru Salı vermek. Namazda ağzı ve burnu örtmek de mekruhtur. Çünkü ateşperestler ateşe tapınırken ağız burunlarını kapatırlar.
19- Ellerini çıkaracak bir açıklık bırakmayacak şekilde elbiseye bürünmek.
20- Elbisesini sağ koltuğunun altından alarak iki tarafını sol omuzunun üzerine atması veya bunun aksini yapması.
21- Kıyam (ayakta durma) halinde kıraat etmek. (Kuran okumak). Örneğin rukua varınca kıraatı tamamlamak. İntikallerde meşru olan zikirleri intikal tamam olduktan sonra yapmak da mekruhtur. örneğin kıyamdan rukua giderken “Allahu ekber” demeyip rukua vardığında bunu söylemesi.
22- Nafile namazlardan herbir çiftte birinci rekâtı ikinci rekâttan uzun yapmak.
Ancak Peygamber Efendimizden rivayet edilmiş veya sahabinin eseri olmuş olursa uzatabilir. Örneğin: Vitir namazında birinci rekâtta:
سَبِّحِ اسْمَ رَبِّكَ yi ikinci rekâtta قُلْ يَااَيُّهَا الْكَافِرُونَyi üçüncü rekâtta قُلْ هُوَ اللهُ اَحَدٌ ü okumak.
23- Bütün namazlarda ikinci rekâtı birinci rekât üzerine üç veya daha fazla ayette uzatmak.
Nafile namazlarda üçüncü rekâtın kıraatını birinci rekâttan uzun etmesinde bir kerahat yoktur. Çünkü bu yeni bir nafileye başlamaktır. İkinci rekâtın kıraatını birinci rekât üzerine ziyade etmenin kerahatı nassın varid olmadığı namazlardadır. hakkında nas varid olan namazlarda mekruh olmaz. Nitekim varid olmuştur ki: Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Cuma ve bayram namazlarının birinci rekâtında “ela” ikinci rekâtında “gaşiye” surelerini kıraat ederdi. “Gaşiye” suresi “elâ” suresinden yedi ayet fazladır.
24- Farz namazdan bir rekâtta bir surenin tekrarlanması. Eğer başka sure ezberlemişse iki rekâtta aynı zamm-ı sureyi okumakta mekruhtur. Eğer ezberlememişse Fatihaya sure katmak (zamm-ı sure) vacib olduğu için her iki rekâtta ezberlediği bir sureyi okuması vacibtir.
25- Okumuş olduğu surenin üstündeki sureyi okumak.
Meselâ: Birinci rekâtta Fatihadan sonra “ihlas” suresini okumak, ikinci rekâtta “Leheb” veya “Kâfirun” suresini okumak.
İbn-i Mesud (r.a) şöyle demiştir:
مَنْ قَرَأَ اْلقُرآنَ مَنْكُوساً فَهُوَ مَنْكُوسٌ
“Kim Kuran-ı tersine okursa. O (kalbi) tersine çevrilmiş olandır.”
Bir kimse kasıtlı olmaksızın birinci rekâtta قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِ ... , okusa, ikinci rekâtta onu tekrar eder. Ve bunda bir kerahat yoktur.
26- İki rekâtta kıraat etmiş olduğu iki surenin arasını bir sure ile ayırmaz.
27- Namazda güzel bir şeyi koklamak. Ancak kasdı olmaksızın kokunun burnuna girmesinde bir kerahat yoktur.
28- Elbisesiyle veya yelpaze ile bir veya iki kere yelpazelenmek. Çünkü bu, huşua aykırıdır.
“Zahira” kitabında zikredilmiştir ki:
Yelpaze ile yelpazelenmek tekrar edilmese de namazı bozar. Çünkü bu durumda namazda olmayan bir kimse namazda bu fiili yapana baktığı zaman onun kesin olarak namazda olmadığına hükmeder.
28- Secdede ve secdeden başka yerde ellerin ve ayakların parmaklarını kıbleden çevirmek.
29- Rukuda ellerini dizlerinin üzerine koymamak. İki secde arasında ve teşehhüd halinde ellerini uylukları üzerine koymamak. Kıyam halinde elleri yanlarına salıvermek.
30- Namazda esnemek.
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
اِنَّ اللهَ يُحِبُّ الْعَطَاسَ وَيَكْرَهُ التَّثَاؤُبَ فَاِذَا تَثَاءَبَ اَحَدُكُمْ فَلْيَرُدَّهُ مَا اسْتَطاَعَ
“Allah (c.c) aksırmayı sever, esnemeyi sevmez. Sizden biriniz esnediği zaman güç yetirebildiği kadar onu geri çevirsin.”
31- Gözlerini yummak. Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
اِذَاقَامَ اَحَدُكُمْ فىِالصَّلاَةِ فَلاَيُغَحِّضْ عَيْنَيْهِ
“Sizden biriniz namaza durduğu vakit, gözlerini yummasın.”
Ayrıca gözleri yummak bakılması mendub olan yerlere bakmayı ortadan kaldırır. Her bir uzuv ve taraf için namaz ibadetinden bir pay vardır.
32- Gözlerin göğe doğru kaldırılması (göğe bakmak) Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
مَابَالُ اَقْرَامٍ يَرْفَعُونَ اَبْصَارَهُمْ اِلٰى السَّمَاءِ فىِ صَلاَتِهِمْ فَاشْتَدَّ قَوْلُهِ فىِ ذالِكَ حَتَّى قَالَ لَيْنَتَهُنَّ اَوْ لَتَخَطَّفَنَّ اَبْصَارُهُمْ
“Namazlarında gözlerini göğe doğru diken topluluklara ne oluyor? Bu konudaki sözleri o kadar şiddetli oldu ki nihayet şöyle buyurdu:
Ya buna son verirler veya Allah (c.c) onların gözlerini kör eder.
33- Gerinmek.
34- Namaza aykırı az amelde bulunmak.
Örneğin namaz içinde az bir amelle üzerindeki elbiseyi çıkarmak, sarığı çözmek gibi bu şeyler fazla bir amelle yapılırsa namaz fasit olur. Namazda elbisesi veya bedeninin herhangi bir yeriyle oynaması da mekruhtur.
35- Namazda bit veya pire tutmak. Onları öldürmek. Karınca ve pire gibi bir şeyin ısırmasıyla namaz kılana bir eziyet olursa onu tutup atmasında bir kerahat yoktur.
36- Sünnet kılınan kıraatı menedecek altın gibi erimeyen bir şeyi ağzına koyması. Bu şey kıraatın aslını menederse namaz fasit olur.
37- Sarığın dolamı üzerine secde etmek. Bu, sarık alın üzerinde olduğu zamandır. Eğer sarık başının üzerinde olur da onun üzerine secde ederse ve alnı da yere değmezse namazı sahih olmaz. Avamın çoğu (maalesef) bunu yapar.
38- Üzerinde insan veya hayvan resimleri bulunan bir elbise ile namaz kılmak. Bunun mekruh olduğunun delili cibril hadisidir. Ebu Hureyreden (r.a) rivayet edilmiştir ki:
اِسْتَأْذَنَ جِبْرِيلُ عَلَى النَّبِىِّ عَلَيْهِ الصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ فَقَالَ اُدْخُلْ فَقَالَ : كَيْفَ اَدْخُلُ وَفىِبَيْتِكَ سِتْرَةٌ نِيهَا تَصَاوِيرُ فَاِنَّا مَعَاشِرَ الْمَلاَئِكَةِ لاَنَدْخُلُ بَيْتاً فِيهِ تَصَاوِيرُ
“Cibril Nebi (A.S)den içeri girmek için izin istedi. Nebi (A.S) gir dedi. Cibril: Evinde üzerinde resimler bulunan bir perde varken ben nasıl girerim? Biz melekler topluluğu içinde resimler bulunan eve girmeyiz. (Nese-i (Kitab-ı Zinet))
Ebu Talha Peygamber Efendimizin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
لاَتَدْخُلُ الْمَلاَتِكَةُ بَيْتًا فِيهِ كَلْبٌ وَلاَصُورَةٌ
“Melekler içinde köpek veya resim ve heykel bulunan eve girmezler.” (Bu hadis müttefekun aleyhdir)
Hz. Aişe (R.anha) den rivayet edilen Enes (R.A)in hadisinde şöyle denilmiştir:
كَانَ قِراَمٌ لِعَائِشَةَ سَتَرَتْ بِهِ جانِبَ بَيْتِهَا فَقاَلَ لَهَا النَّبِىُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَمِيطِى عَنْكِ قِرَامَكِ فَاِنَّهُ لاَتَزَالُ تَصَاوِيرُهُ تَعْرُضُ فىِصَلاَتِى
“Hz. Aişe (R.anha)nin ince bir örtüsü vardı ki, bu örtüyü evin bir tarafına asmıştı. Peygamber Efendimiz (s.a.v) ona: Bu perdeni yok et, çünkü bunun üzerindeki resimler namazda gözüme takılıyor buyurdu.
Resim bakıldığı zaman görülmeyecek kadar küçük olursa, adeten bu tür risemlere ibadet edilmediğinden mekruh olmaz.
Giydiği resimli bir elbisenin üzerine resimsiz bir elbise giyene mekruh olmaz.
Namaz kıldığı yerde resim şayet ayaklarının altında olursa mekruh olmaz. Çünkü buna hakaret edilmiştir.
Resim, belli olmayacak şekilde bir yüzük üzerine nakşedilmişse mekruh olmaz.
Başının üstünde, sağında, solunda, önünde hizasında bulunan resme doğru veya bu işte doğru namaz kılmak mekruhtur.
Paralar üzerinde bulunan resimler hususunda fukaha ihtilâf etmiştir. “Kadı İyaz” bu resimler, meleklerin eve girmesini menetmez görüşünü benimsemiştir. Bu husustaki hadisler tahsis edilmiştir. “Nevevî” ise hadislerin umumî olmasından dolayı meneder demiştir.
Bu meleklerden murad rahmet melekleridir. Hafaza melekleri değildir. Zira onlar insandan hiçbir zaman ayrılmazlar. Ancak cinsel ilişki ve helâya girme esnasında ayrılırlar.
Başı kesilmiş veya onsuz yaşıyamayacağı bir uzvu yokedilmiş olan bir resim ile bitki ve benzeri ruhu olmayan varlıkların resmi ile namaz kılmak mekruh değildir.
Hiç şüphe yok ki bir müslüman resimlere ve heykellere tapınmayı aklından bile geçirmez. Fakat puta tapan milletlere muhalefet eseri göstermek ve zihnini az çok meşgul edecek şeylerden namaz kıldığı yeri beri bulundurmak dinimizin yüksek hikmetinin gereğidir.
39- Burnunda bir özür bulunmadığı halde sadece alın üzerine secde yapmak.
40- Yolda namaz kılmak.
41- Hamamda ve helâda namaz kılmak.
42- Mezarlıkta namaz kılmak.
İbn-i Ömer şu rivayeti nakletmiştir:
اَنَّ رَسُولَ اللهِ صَلّٰى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ نَهَى اَنْ يُصَلّٰى فىِ سَبْعَةِ مَوَاطِنَ : فىِ الْمَزْبَلَةِ وَالْمَجْزَرَةِ وَاْلَمقْبَرَةِ وَقَارِعَةِ الطَّرِيقِ وَفىِ الْحَمَّامِ وَفىِ اَعْطَانِ اْلاِبِلِ وَفَوْقَ ظَهْرِبَيْتِ اللهِ
“Rasullah (s.a.v) yedi yerde namaz kılınmasını yasaklamıştır: Çöplüklerde, hayvan kesilen yerlerde, kabristanda, yol kenarında, hamamda, deve ağıllarında ve Beytullahın üstünde.” (İbn-i Mace Tirmizi)
Ayrıca kabristanda namaz kılmada yahudilere benzemek vardır. Efendimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor:
لَعَنَ اللهُ اْليَهُودَ اِتَّخَذُوا قُبُورَ اَنْبِيَائِهِمْ مَسَاجِدَ فَلاَتَتَّخِذُوا قَبْرِى بَعْدِى مَسْجِداً
“Allah (c.c) yahudilere lânet etsin. Onlar Peygamberlerinin kabirlerini mescid edinmişlerdir. Benden sonra kabrini sakın mescid edinmeyin. Kabristanda namaz kılmanın keraheti kabir namaz kılanın önünde olduğu zamandadır. Kabir arka tarafta veya üst tarafta olursa bir kerahat olmaz.
Kabristanda namaz kılmak için hazırlanmış, içinde necaset ve pislik olmayan yerde namaz kılmak mekruh değildir.
Mutlak olarak Peygamberlerin kabirlerinin bulunduğu yerde namaz kılmak mekruh değildir. “Mişkât” şerhinde ifade edilmiştir ki: Hacerul Esved ile zemzem arasında yetmiş nebinin kabri vardır.
43- Sahibinin rızası bulunmaksızın başkasının yerinde namaz kılmak.
Eğer yerin sahibi zimmî (İslâm devleti idaresi altında yaşayan gayr-i müslim) olursa mutlak olarak (yani yer ekili olsun veya olmasın) orada namaz kılmak mekruhtur.
Yerin sahibi müslüman olursa, toprak ekili veya boş olsun aralarında bir dostluk yoksa veya sahibi kötü huylu ise orada da namaz kılması mekruhtur.
44- Necasete yakın olan bir yerde namaz kılmak.
45- Küçük ve büyük abdest veya yellenme sıkıntısı bulunduğu halde namaza başlamak. Hatta böyle bir sıkıntı namaz esnasında meydana gelecek olsa bakar; eğer abdest alıp namazını kılacak şekilde vakit müsait ise, namazı keser, sıkıntısını giderir, sonra abdest alır yeniden namaza başlar ki, kalb huzuruyla namazını kılmış olsun.
46- Cemaatin kaçması veya vaktin çıkması gibi durumların dışında elbisesinde, bedeninde veya namaz kıldığı yerde namazın sıhhatini menedici olmayan miktar necasetle beraber namaz kılmak.
Bu miktar hafif necasette elbisenin dörtte biri ağır necasette dirhem miktarından daha aşağı olandır.
47- Kirlenmesinden sakınılmayan iş yapılırken giyilen kirli elbiseyle namaz kılmak. Hz. Ömer (R.A) bu şekilde namaz kılan bir adamı görmüş ve ona şöyle demiştir: Bana haber ver, seni bir kısım insanlara göndermiş olsaydım bu elbiseni giymiş olarak onlara uğrar mıydın?
Adam: Hayır dedi. Bunun üzerine Ömer (R.A): Allah (c.c) kendisi için süslenilmeye daha hak sahibidir dedi.
48- Tembellikten dolayı başı açık olarak namaz kılmak. Tembellik başını örtmenin kişiye ağır gelmesidir. Başı örtmeyi önemli bir şey saymayarak örtmemek de böyledir. Mekruhtur.
49- Mubah bir yemek hazır olduğunda namaza başlamak. Vaktin çıkmasından korkulursa namaza başlar.
50- Namazı, zihni meşgul edecek, huşuu bozacak şeylerin mevcud olduğu esnada kılmak. Namazı tam bir huşu içerisinde kılmak için huşuu engelleyen herşeyi ortadan kaldırmak gerekir. Hatta namaz kılmak için mescide giren bir kimse arka tarafa koyması durumunda ayakkabılarının çalınabileceği düşüncesi mevcud ise böyle yapması mekruhtur. Zira bunda da kalb huzurunu bozmak vardır.
51- Okuduğu ayetleri, ruhu ve secde tesbihlerini elle saymak.
52- Bütünü ile imamın mihrabın içinde durması, mihraba gömülmesi. Ayakları mihrabın dışında olduğu halde mihrabın içine secde etmesinde bir kerahat yoktur.
Kerahatın sebebi imamın cemaattan yer bakımından ayrıcalığa sahip olmasıdır. Bunu ise ehl-i kitab yapar.
Yer darlığından dolayı imamın mihrabın içine gömülecek şekilde namaz kılmasında bir kerahat yoktur.
53- Boşluğu olan saffın arkasında namaza durmak.
Çünkü Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
مَنْ سَدَّ فُرْجَةً مِنَ الصَّفِّ يُكْتَبُ لَهُ عَشْرُ حَسَنَاتٍ وَمُحِىَ عَنْهُ عَشْرُ سَيِّآتٍ وَرُفعَ لَهُ عَشْرُ دَرَجَاتٍ
“Saffın açığını kapıyana on sevap yazılır. Kendisinden on günah mahvedilir. Ve o kimse on derece yükseltilir.”
54- İmamın cemaatten yarım metre kadar yüksekte bulunması.
55- İmamın cemaattan yarım metre kadar aşağıda bulunması.
56- Namaz kılanın önünde içinde kor olan tandır veya ocağın bulunması. Bu şekilde namaz kılmak ateşe tapan mecusilere benzemektir. Muma kandile, lambaya karşı namaz kılmakta bir kerahat yoktur.
57- Namaz kılanın önünde uyuyan kimselerin bulunması.
58- Namaz esnasında kendisine zarar vermeyen alnındaki toprağa silmesi.
59- Namazda Fatihadan başka bir sure tayin edip başkasını okumamak. Ancak kolayına geldiği için veya Peygamber Efendimiz (s.a.v)in kıraatıyla bereketlenmek için okursa mekruh olmaz.
İmamı “Tahavî” kerahatı, bu sureden başkasını okursa namaz caiz olmaz diye itikad ettiği zaman ile kayıtlamıştır. Eğer buna itikad etmezse tayinde bir kerahat yoktur.
60- Namaz kılanın önünden geçilmesinin zannedildiği yerde önünde sütre edinmeyi terketmesi. (İbn-i Abidin Reddul Muhtar Aled-Dürrül Muhtar shf:638-654, Tahtavî Haşiye alâ Merakıl Felah Şerh-i Nurul izah 279-297, Şeyh Nizamuddin ve heyet Feteva-ı Hindiyye cilt:1 shf:105-111, Şeyh Muhammed b. Süleyman Mecmeul Enhur (Damat)).
NAMAZI BOZAN ŞEYLER
İbadetlerde “fesad” ile “butlan” birdir. Fasit olan bir ibadete “batıl” da denir. Bir namazın rukunlerinden veya şartlarından herhangi birinin bulunmaması namazın fasit olmasını gerektirir. bunların dışında namazın fasit olmasını gerektirir. Bunların dışında namazın fesadını gerektiren bir takım davranışlar da vardır ki bunlara “Namazı bozan şeyler” denir.
Bunlar;
İster kasden olsun ister yanılarak unutarak olsun veya hata olsun konuşulan يا gibi bir mana ifade etmeyen iki harfle olsa namaz bozulur.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
اِنَّ هٰذِهِ الصَّلاَةَ لاَيَصْلَحُ فِيهاَ شَيْئٌ مِنْ كَلاَمِ النَّاسِ
“Bu namazda insanların kelâmından birşeyin bulunması uygun olmaz.”
Bir kimse yanılarak namazını tamamladığını zannederek henüz tamamlamadan namazdan çıkmak için selâm verse namazı bozulmaz.
Mesbuk (rekât kaybı olan) imamla beraber selâm verse bakılır; eğer kaza edeceği rekat veya rekâtları hatırlayarak böyle yaptıysa, namazı fasit olur. Eğer unutarak yaptıysa namazı fasit olmaz.
Yatsı namazı kılan bir adam iki rekatın başında bu namazı teravih namazı zannederek selâm verse veya öğle namazında iki rekâtın başında o namazı Cuma namazı zannederek selâm verse veya mukım (yolcu olmayan) bir kimse kendini yolcu zannederek iki rekâtın başında selâm verse bu namazları yeni baştan kılarlar.
Bir kimse dördüncü rekât olduğunu zannederek iki rekatın başında selâm verse namazına devam eder ve sonunda sehiv secdesi yapar.
Bu iki meseleden birincide, namazın aslında yanılma vakı olduğu için fasit olmuştur. İkincide ise namazın vasfında yanılma olduğu için fasit olmamıştır.
2- İnsanların sözlerine benzer sözlerle dua etmek. Bundan maksat insanlardan istenmesi mümkün olan şeydir.
Örneğin: Allahım! Bana şu elbiseyi giydir. Bana şu yemeği yedir, gibi.
3- Namaz kılan bir kimse yanılarak bir insana selâm vermek istese ve اَلسَّلاَمُ dese sonra namazda iken selâm vermesinin uygun olmadığını hatırlasa ve sussa namazı fasit olur.
4- Diliyle veya musafaha ile selâm almak.
5- Herhangi bir ağrı veya musibetten dolayı sesli ağlamak. Ancak kendine hakim olamayacak derecede hasta olan bir kimsenin ah, oh demesi veya inlemesi namazı bozmaz. Cennet veya cehennemi hatırlamaktan dolayı ağlamak da namazı bozmaz. Çünkü bu ağlamak huşuun çokluğuna delâlet eder. Cennet zikredildiğinde “Allahım! Senden cennetini isterim.” Cehennem zikredildiğinde “Allahım! Cehennemden sana sığınırım” diye dua etse namazı bozulmaz.
6- Bir zaruret yokken özürsüz olarak öksürmek. Namazı düzeltmek veya balgamı gidererek kıraatı güzelleştirmek için öksürürse, namaz bozulmaz. İmam yanılsa ve arkasındaki cemaat hataya işaret etmek için öksürse namaz bozulmaz.
7- Aksıran bir kimseye namaz kılanın “yerhamukellah” demesi namazı bozar.
Namaz kılarken aksıran bir kimse kendine “yerhamukellah” dese namazı bozulmaz. “Elhamdulillah” dese de böyledir.
Bir kimse namazda aksırsa, başka biri ona “yerhamukellah” dese, o da “Amin” dese namazı bozulur.
Bir kimse aksırsa, namaz kılan kişi ona “elhamdulillah” dese namaz bozulmaz. Çünkü bu cevab değildir.
Namaz kılan iki kişiden biri aksırsa, namaz dışında olan bir adam “yerhamukellah” dese, namaz kılanların ikisi de “amin” deseler aksıranın namazı bozulur. Diğerinin namazı bozulmaz.
Namaz kılan bir kimse Allahu Tealânın ismini duyunca “Celle Celaluhu” veya “La ilahe illellah” dese veya Peygamber Eendimizin adı anıldığında salavat getirse bakılır; eğer bunlarla dışardakilere cevap vermeyi kasdetmeyip Allah (c.c) ve Resulunu (s.a.v) övmeyi kasdetmişse namazı bozulmaz.
8- Bir kimse namaz kılarken “Allahtan başka ilah var mıdır? denilse, o da cevap vermek kasdıyla “La ilahe illellah” dese namazı bozulur.
Aynı şekilde namaz kılana şaşılacak bir şey söylense o da “Sübhanellah” dese namazı bozulur.
Aynı şekilde namaz kılana birinin ölüm haberi verilse o da: اِنَّا ِللهِ وَاِنَّا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ dese namazı bozulur.
Namaz kılan kişi bu sözlerle namazda olduğunu bildirmeyi murad ederse, namazı bozulmaz.
9- Namaz kılan bir kimse kendisine verilen selâmı el veya baş işaretiyle alsa veya istenilen bir şey için başı, gözü veya kaşıyla işarette bulunsa namazı bozulmaz. Namazdayken safa bir kişi daha girebilsin diye biraz çekilerek safta yer açarsa namazı yine bozulmaz. Ancak “yanında namaz kılacak olana yer aç” veya “Biraz öteye çekil” gibi sözler sarfedilir o da bu emre binaen çekilir, yer açarsa namazı bozulur. Çünkü bu durumda Allah (c.c) tan başkasının emrini yerine getirmiş olur.
10- Cemaat kendi imamından başkasının kıraatını düzeltir ve önünü açarsa namazı batıl olur.
Kendi imamının takıldığı yeri açarsa namazı bozulmaz. Bu hatırlatmanın imamın namaz caiz olacak miktar okumadan önce veya sonra olması birdir.
Cemaat için uygun olan imamın okuyuşundaki hatayı düzeltmede acele etmemesidir. İmam için uygun olan ise, cemaatı düzeltme mecburiyetinde bırakmamasıdır. İmam takıldığında farz olan miktar kıraat etmişse ruku etmelidir.
Namazda olmayan bir kişi kıraatta takılan bir imamın önünü açar, imam da ona göre hareket ederse namaz bozulur. Çünkü bu bir çeşit öğretme ve öğrenmedir.
11- Ameli kesir (peşpeşe çok iş görmek) namazı bozar.
Amel-i Kesir namazda olan bir kişinin sanki namazda değilmiş gibi bir davranış sergilemesidir. Yani; bu davranışta bulunurken onu görenin namazda olmadığı hususunda şüphe etmez. Namazda olup olmadığında şüphe ederse bu ameli kalil (az iş) dir.
Mesela: Namaz kılan bir kimsenin birine eliyle vurması.
12- Namaz kılan kimsenin yemesi içmesi.
Namaz kılan kişi, namaza durmadan önce dişleri arasında kalan nohut miktarından az birşeyi namaza başladıktan sonra yutsa namazı bozulmaz. Ancak nohut miktarı olursa bozulur. Namazda iken dışarıdan ağza alınıp yenen şey susam tanesi kadar da olsa namazı bozulur.
13- Kılmakta olduğu namazı bırakıp başka bir namaza başlamak.
Bir kimse öğle namazını kılarken kalbiyle niyet edip ikindi namazı için tekbir getirirse, öğle namazı için kıldığı rekat veya rekatlar batıl olur.
Öğle namazından bir rekat kıldıktan sonra aynı namazı yeniden kılmaya kalbiyle niyet ederek tekbir getirse kıldığı bir rekât batıl olmaz.
Çünkü bu kişinin ikinci namaza başlaması sahih olmamıştır. Dolayısıyla ilk namazına devam etmiş sayılır. Ancak bu kişi diliyle “Niyet ettim öğle namazını kılmaya” diye niyet ederse, öğle namazına yeniden başlamış olur. Önceden kıldığı o bir rekat batıl olur. Çünkü niyetin dil ile söylenmesi namazı bozmuştur. Dolayısıyla ikinci namaza başlaması sahih olmuştur.
14- Bir kimse namazda iken karşısındaki Mushaf-ı şeriften veya yazılı mihrabtan Kuran-ı Kerim ayetlerini okuyacak olsa bakılır; Eğer ezberinden olan ayetleri oradan okuyorsa namazı bozulmaz. Ezberinde olmayan ayetlerden en az bir ayet okumasıyla namazı bozulur. Çünkü bu, bir öğrenmedir. Bu İmam-ı Azam (Rahimehullah)a göredir. Diğer iki imamımıza göre bununla namaz bozulmaz. Ancak ehl-i kitaa benzeme olduğundan bunu yapmak mekruhtur.
15- Namaz kılanın diliyle telaffuzu olmaksızın sadece kalbinden geçen namaza aykırı şeylerle namazı bozulmaz. Ancak telaffuz ederse namazı bozulur.
16- Namaz kılanın göğsünü bir özür olmaksınız kıbleden çevirmesi namazı bozar.
Abdestinin bozulması sebebiyle yeniden abdest almak için veya korku namazında saf değiştirmek için göğsünü kıbleden çevirmek bir özürden dolayı olduğundan namaz bozulmaz.
Başını veya yüzünü kıbleden çevirmek de namazı bozmaz.
17- Teyemmümle namaz kılan bir kimsenin kullanmaya gücü yettiği halde iken suyu görmesi.
18- Namaz içerisinde meshin müddetinin sona ermesi.
19- Namazını ima (baş işareti) ile kılan bir kimsenin namazdayken ruku ve secde etmeye kadir olması.
20- Çıplak halde namaz kılan bir kimsenin avret yerini örtecek elbise bulması.
21- Muhazat-ı müştehat namazı bozar.
Yani bir boşluk olmaksızın erkeğin şehvet duyulabilecek kız veya kadınla aynı hizada namaz kılması.
Bunun namazı bozucu olması şu şartlara bağlıdır:
a) Namaz kılanın mükellef olması. Çocuğun namazı muhazat-ı müştehat ile fasit olmaz. Müştehat (şehvet duyulabilecek çağdaki kız) dokuz yaşında olan kızdır. Dokuz yaşından küçük olan kız çocuğu müştehat değildir.
b) Aynı hizada namaz kılan kadın ve erkeğin kıldıkları namazın mutlak (tam ruku ve secdeli) namaz olması. Cenaze namazı duadan ibaret olduğu ve ruku ve secdesi olmadığı için kadın ve erkek aynı hizada bulunsalar namaz fasit olmaz.
c) Erkek ve kadının kıldığı namazın iftitah tekbiri bakımından müşterek bir namaz olması. Yani her ikiside iftitah tekbiri alırken aynı namazı kılmaya niyet etmiş olmaları. Ayrıca aynı namazı eda niyetiyle kılmaları da şarttır. Biri aynı namazı eda, diğeri kaza niyetiyle kılarsa namaz fasit olmaz.
d) Erkek ve kadının namaz kıldıkları yerin aralarında bir perde ve benzeri bir şey olmayacak şekilde aynı mekân olması.
e) İmamın kadına da imam olmaya niyet etmiş olması.
Bu şartların gerçekleşmesi durumunda hizala-yan kadının mahremi hatta hanımı olması hükmü değiştirmez. Namaz bozulur.
22- Abdestinin bozulduğunu zannederek mescidden çıkması. Çünkü özür bulunmadıksızın namaza aykırı olan yürümek fiilini yapmıştır.
Şayet açık arazide namaz kılıyorsa, safların mekânını aştığı zaman namazı bozulur.
23- İmama uyanın namazın bir ruknunu imamla beraber olmaksızın yerine getirmesi. Örneğin: İmamdan önce rukua gitmesi ve imam henüz rukua eğilmeden onun rukudan kalkması.
24- Namazda bayılmak veya çıldırmak. (Şeyh Nizamuddin ve heyet el-Fetava-ı Hindiyye cilt:1 shf:102-105, Tahtavî Haşiye alâ Merakıl Felah Şerh-i Nurul İzah shf:260-274, Şeyh Muhammed b. Süleyman Mecmaul Enhur (Damat) cilt:1 shf:117-122)
İMAMET (İmamlık)
Hanefilere göre farz namazları cemaatla kılmak müekked sünnettir. Vacib kuvvetindedir. Hatta bir şehir ehli cemaatı terketseler katledilirler. Cemaatı terketme hususunda hiçbir kimseye ruhsat tanınmaz.
Cemaatla namaza devam etmek imanın alâmeti, islamın şiarıdır. Fakihler cemaatla namazın Sünen-i Hüda olduğunu söylemişlerdir. Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor:
اَلْجَمَاعَةُ مِنْ سُنَنِ اْلهُدَى لاَيَتَخَلَّفُ عَنْهَا اِلاَّ الْمُنَافِقُ
“Cemaat Sünen-i Hüdadandır. Ondan ancak münafık geri kalır.”
Cemaatla namaz kılmak için toplananlar arasında emir ve kadı gibi velâyet-i amme sahibi veya vazifeli imam yahut cemaat evde yapılacaksa ev sahibi dışında imamlığa en lâyık olan kişi.
a) Namaz hükümlerini en iyi bilen kişidir.
Yani; namazın sahih ve fasit olmasını gerektiren hükümleri en iyi bilendir.
b) Sonra kıraatı (talim ve tecvidi) en güzel olandır.
c) Sonra takva sahibi olandır. Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor:
مَنْ صَلَّى خَلْفَ عَالِمٍ تَقِىٍّ فَكَئَنَّماَ صَلَّى خَلْفَ نَبِىٍّ
“Herkim takva bir alimin arkasında namaz kılarsa, sanki bir nebinin arkasında namaz kılmıştır.”
d) Sonra yaşca büyük olandır.
e) Sonra ahlâkca daha üstün olandır.
f) Sonra yüzü güzel olandır.
g) Sonra neseb bakımından üstün olandır.
h) Sonra sesi güzel olandır.
ı) Sonra elbisesi temiz olandır.
Şayet cemaat bütün bu vasıflarda eşit olurlarsa, aralarında imamlık için kura çekilir.
Fasık (dini işlerden laubali tavırlar sergileyen) ve bidat sahibinin imamlığı tahrimen mekruhtur.
Bidat sahibi; ehl-i sünnet vel cemaat itikadına aykırı itikadı olan kişidir. Bidat sahibinin itikadı onu küfre düşürmeyecek derecede olursa o, fasık gibidir. İmamlığı tahrimen mekruhtur. Eğer itikadı, dinde zaruri olarak bilinen hususlardan birini inkârı gerektiriyorsa, kâfir sayılır.
Örneğin: Allahu Tealâyı diğer cisimler gibi cisim saymak. Peygamber Efendimiz (s.a.v) in Ebu Bekir (R.A) ile arkadaşlığını inkâr etmek gibi.
Kölenin, Veled-i zinanın imamlık yapması mekruhtur. Çünkü bunlar, genellikle cahil olurlar. Şayet bilgili olurlarsa imamlık yapabilirler.
Kör olan bir kimsenin imamlık yapmasında bir beis oyktur. Fakat gören kimselerin imamlık yapması daha faziletlidir.
Bir kimsenin imamlığı şu şartlarla sahih olur.
1) Müslüman olmak. Bu genel bir şarttır.
Öldükten sonra dirilmeyi inkâr edenin, ebu Bekir Sıddık (R.A)ın hilâfetini veya sahabi olmasını inkar edenin, Şeyheyne söğenin imamlık yapması sahih değildir.
2) Buluğa ermiş olmak.
Buluğa erenin hem farz namazda hem de nafile namazda sahih görüşe göre mümeyyiz de olsalar çocuklara uyması sahih değildir. Çünkü çocuğun kıldığı farz nhamaz kendisi hakkında nafiledir. kıldığı nafile namaz ise ona lâzım değildir. Buluğa erenin kıldığı nafile namaz ise ona lâzımdır. Her iki halde de kuvvetliyi zayıf, üzerine bina etmek gerekir ki, bu caiz değildir.
3) Akıllı olmak.
Delinin arkasında namaz kılmak caiz değildir. Çünkü delinin kendisi için kıldığı namaz batıldır.
4) Erkek olmak.
Erkeğin kadına uyması sahih değildir. Çünkü kadınların arkaya bırakılmaları emredilmiştir.
Hunsa (erdişi) da kadın gibidir. Erkeklerin ve kendisi gibi hunsa olanların ona uyması caiz değildir. Ancak kadınlar hunsa (erdişi)ya uyabilirler.
4) Namazın sahih olabileceği miktar ayeti ezberden okuyabilmek.
Bu şarta binaen kıraat edenin (Kuran okuyanın) Ümmiye (Kuran okuyamayana) uyması sahih değildir. Ümmînin dilsize uyması da sahih değildir. Çünkü ümmî iftitah tekbirini alabildiği için dilsizden daha kuvvetlidir. Ümmînin ümmîye, dilsizin dilsize uyması ise sahihtir.
5) Özürsüz olmak.
İmamın devamlı burun kanaması, devamlı yellenme, sidiğini tutamama ve benzeri özürlerden uzak olması gerekir.
Özürlünün özürlüye imamlık yapmasına gelince; aynı özür sahiblerinden biri diğerine imamlık yaparsa, bu caizdir. Örneğin: Devamlı burnu kanayan özürlü bir kimsenin devamlı burnu kanayan bir cemaata imamlık yapması sahihtir. Ancak devamlı burnu kanayan özürlü bir kimsenin devamlı yellenen özürlü bir cemaata imamlık yapması sahih değildir.
İmamın harfleri doğru okuyabilecek şekilde düzgün bir okuyuşa sahib olması gerekir. ف (fe) harfini veya ت (te) harfini tekrarlama sebebiyle olan pelteklik veya س (sin) harfini ث (se), ر (re) harfini غ (gayn) veya ل (lâm) harfi olarak okuma peltekliği olan bir imamın imamlığı caiz değildir.
6) Namazın şartlarından birinin bulunma-masından salim olmak.
Örneğin: Af kapsamında bulunan bir miktar necaseti üzerinde taşıyan kimse, temiz olan kimselere imamlık yapması sahih değildir.
İmama uymanın sahih olmasının şartları
1)- İmama uyanın kendi tahrimesine bitişik olarak imama uymaya niyet etmesi. Yani; imama uyanın hem namaza hem de imama uymaya niyet etmesi. İmama uyan kişi bu niyeti terkederse, bununla beraber namazla ilgili fiillerde imama uyarsa namazı batıl olur.
2) İmamın ökçesinin imama uyanın ökçesinden ileri olması. İmama uyan kişinin ökçesi imamın ökçesinden ileri olursa namazı sahih olmaz. Burada itibar ökçeyedir. İmama uyanın ökçesi imamın ökçesinden geride olup ayakları büyük olduğundan parmakları imamın parmaklarından ileri olursa namazı sahih olur. Bu durum iki kişiden biri imam diğeri cemaat olduğu zaman tasavvur edilir. İmamdan başka iki veya daha çok kişi olduğu zaman normal saf tertibi halinde namaz kılınır.
3) İmam ile imama uyanın yerleri hükmen de olsa bir olmalı. Buna mekân birliği denir. İmam ile imama uyanın mekân birliğini iki durum itibarıyla ele almamız konunun anlaşılması bakımından daha uygun olacaktır.
a) İmam ile imama uyanın bir mescid, cami içerisinde namaz kılmaları. Bu durumda imam mihrabta imama uyan mescidin en uzak yerinde durup imama uysa hükmen mekân birliği olduğundan bu uyma sahihtir. Ancak mescid Beytülmakdis gibi çok büyük olursa öndeki saf ile arkadaki saf arasında bir saf bağlanacak miktardan az bir mesafe varsa imama uyma sahihtir. Eğer iki veya daha çok saf sığacak kadar fasıla varsa imama uymak sahih olmaz.
b) İmamla imama uyanın açık arazide namaz kılmaları. Bu durumda öndeki saf ile arkadaki saf arasında bir saf bağlanarak miktardan az bir miktar olursa imama uymak sahih olur. Fakat bundan fazla olursa uymak sahih olmaz.
Ayrıca imamla imama uyanın arasında insanların geçtiği umumi bir yol veya bir nehir veya boş bir arazi olmamalıdır. Bu yolun genişliği bir araba veya yüklü bir hayvanın yürüyeceği kadar geniş olan yoldur. Nehirden maksat da kayığın geçeceği kadar olan geniş olan sudur.
İmam ile imama uyan arasında imamın görülmesi veya sesinin işitilmesini engelleyen yüksek bir duvar olması da imama uymanın sahih olmasına manidir. Yani bu durumda imama uymak sahih olmaz. Ancak işitme veya görme bakımından imamın intikalleri hususunda bir şüphe kalmıyorsa imama uyma en sahih görüşe göre sahihtir.
4) İmam ile imama uyanın arasında kadınlardan tam bir saf olması, bu safın arkasında olan erkeklerin imama uymasına manidir. Çünkü Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor:
مَنْ كَانَ بَيْنَهُ وَبَيْنَ اْلاِمَامِ نَهْرٌ اَوْ طَرِيقٌ اَوْ صَفٌّ مِنَ النِّسَاءِ فَلاَ صَلاَةَ لَهُ
"İmam ile kendi arasında nehir veya yol veya kadınlardan bir saf bulunan kimsenin namazı yoktur."
5) İmamın kıldığı farzın ona uyanın kıldığı farzdan başka olmaması da imama uymanın sahih olmasının şartlarındandır.
Örneğin: İmam öğle namazının farzını edaya imama uyan ise dünkü öğle namazının farzını kazaya niyet etse, imama uyanın namazı tam olarak sahih olmaz.
Ayrıca farz namaz kılanın nafile namaz kılana uyması da caiz değildir. Fakat nafile namaz kılan farz namaz kılana uyabilir.
Örneğin: Öğle namazını kılmış olan bir kimse öğle namazını kıldıran bir imama uyacak olsa bu namazı, nafile namaz olarak caiz olur.
Abdestte ayaklarını yıkayanın mestler üzerine meshedene, abdest alanın teyemmüm edene, ayakta namaz kılanın rüku ve secde yapar halde oturarak namaz kılana uyması caizdir.
İmam ile ona uyanın mezheblerinin farklı olması, imama uymaya manî teşkil etmez. Ancak her müslümanın kendi mezhebinden olan bir imama uyması daha faziletlidir. Bu mümkün olmuyorsa, namazın farzlarına riayet eden diğer mezhebten bir imama uyması, tek başına namaz kılmasından daha faziletlidir. Ancak imama uyanın mezhebine göre namazı bozacak olan bir şeyin imamda var olduğunu görüp, bilirse, o imama uyması sahih olmaz. (Şeyh Nizamuddin ve heyet el-Feteva-ı Hindiyye cilt:1 shf:83-88, Tahtavî Haşiye alâ Merakı'l Felâh Şerh-i Nuru'l İzah shf:231-240, Kemal İbn-i Humam Fethu'l Kadir cilt:1 shf: 300-315, İbn-i Abidin Reddu'l Muhtar cilt:1, shf:557-593)
SEHİV SECDESİ
Sehiv; lugatta "yanılma, unutma ve dalgınlık" gibi anlamlara gelir.
Namaz kılan kişi, namaz fiillerinden birinde ziyade veya noksan yapmak suretiyle yapılırsa namazın sonunda iki secde yapar.
Biz Hanefilere göre "sehiv secdesi" vacibtir. Farz, vacip veya sünnet namazlarda bir farzın kasden veya yanılarak terkedilmesi namazın iade edilmesini gerektirir. Sehiv secdesi bu tür noksanlığı telâfi edemez.
Namazın vaciblerinden bir vacibin kasden terk veya tehir edilmesi namazı bozmazsa da, bu namazın iade edilmesi uygun olandır. Şüphe yok ki bu durumda da sehiv secdesi yapılmaz. Çünkü sehiv secdesi (yanılmadan dolayı yapılan secde) kasdın olduğu yerde yapılmaz. Ancak kasden yapılan şeylerden dolayı üç yerde sehiv secdesi yapmak gerekir. Bunlar;
a) İlk oturuşu terketmek.
b) İlk rek3atın bir secdesini namazın sonuna bırakmak.
c) Bir ruknu eda edecek miktar tefekküre dalıp bir şey yapmadan beklemek.
Sehiv secdesinin yapılış şekli
Sehiv secdesi selamdan sonra yapılır. Şöyle ki: Son oturuşta (Ettehiyat) okunduktan sonra (İmam-ı A'zam ve İmam-ı Muhammed'e göre) iki tarafına selâm verir. Sonra da iki secde yapar. Teşehhüdde bulunur. Sonra da Peygamber Efendimize salâvat getirir (Salli-Barik'i okur) ve رَبَّنَا اَتِنَا 'yı okur.
İmam-ı Muhammed'e göre yalnız sağ tarafına selâm verdikten sonra sehiv secdesi yapar. Bu şekilde sehiv secdesi yapılması ihtiyata uygun olandır. Özellikle cemaatla namaz kılınırken, cemaatın yanlışlıkla dağılmasına meydan vermemek için yalnız sağ tarafa selâm verdikten sonra sehiv secdesinin yapılması uygulanan olmuştur. Şurunbulâlî'de en sahih ve ihtiyatlı olan görüş budur, demiştir.
Sehiv secdesini gerektiren durumlar
Bilindiği gibi namazın kıraat, ruku, sucud gibi farzları, Fatiha, zamm-ı sure gibi vacibleri ve oturuşlarda "Salli-Barik" okumak gibi sünnetleri vardır. Namazın en güzel şekilde yerine getirilmesi için bunlara riayet etmek gerekir.
Namazın farz, vacib ve sünnetlerinden her birinin terkedilmesinin farklı bir hükmü vardır. Bunları sırasıyla ayrı ayrı ele alalım.
1) Namazın farzlarından birinin terkedilmesi.
Namaz kılarken terkedilen farzın iki durumu vardır.
a) Namaz içerisinde kaza edilerek telâfi edilmesi mümkün olan.
Örneğin: İftitah tekbiri alarak namaza başlayan kimse kıyamı da yerine getirdikten sonra kıraat etmeden ruku'a gider ve kıraatı unuttuğunu rukuda hatırlarsa, unutulan bu kıraatı (ki, o farzdır) kaza yoluyla telâfi etmesi mümkündür. Şöyle ki; bu kimse ruku'dan tekrar kıyama döner ve kıraatı yapar ondan sonra tekrar ruku'u yerine getirir. Ve namazın sonunda sehiv secdesi yapar. Eğer kıraatten sonra ruku'u tekrar yapmazsa namazı fasit olur. Çünkü her rekâtta ruku' gibi mükerrer olmayan rukünler arasında tertibe riayet etmek farzdır.
b) Namaz içerisinde kaza yoluyla telâfisi mümkün olmayan.
Örneğin: Önceki misaldeki kimse kıraat etmediğini ruku'da değil de secdede hatırlayacak olursa, farz olan bu kıraatın telâfisi artık mümkün olmaz ve onun namazı fasit olur. Bu namazı yeniden kılması gerekir.
Görüldüğü gibi terkedilen farzın namaz içerisinde telâfisi mümkün ise, bu farzın namaz içerisinde telâfi edilmesi gerekir. Eğer bu farz telâfi edilirse namazın sonunda sehiv secdesi yapmak lâzımdır. Telâfi edilmezse namazın farzlarından bir farz terkedildiği için namaz fasit olur. Yeniden kılınması gerekir.
Namaz içerisinde kaza yoluyla telâfisi mümkün olmayan farzlardan bir farzın terdekilmesi durumunda namaz fasit olur. Namazın yeniden kılınması gerekir. Çünkü sehiv secdesi bir farzın terkedilmesiyle meydana gelen eksikliği gideremez.
2) Namazın sünnetlerinden birinin terkedilmesi
Önceki bablarda beyan ettiğimiz namazın sünnetlerinden bir veya daha fazla sünnetin terkedilmesiyle namaz içerisinde herhangi bir şey yapılmaz. Yani sehiv secdesi gerekmez. Sünnetin terki ister yanılarak olsun ister kasden olsun hüküm budur. Ancak kasden sünnetin terki sevabtan ve faziletten mahrum olmaya sebebtir. Her bir müslüman "dinin direği" olan namazı en kâmil mana'da yerine getirmek için farz ve vaciblere riayet etmesi gerektiği gibi, namazın sünnetlerini yerine getirmeye de azami gayret göstermeli ve namazını en güzel şekilde kılmalıdır.
3. Namazın vaciblerinden birinin terkedilmesi.
Namazın vaciblerinden birinin kasden terkedilmesi günahtır. Bundan dolayı sehiv secdesi lâzım gelmez. Ancak bu şekilde kılınan namazı iade etmek lâyık olandır.
Bir vacibin sehven (yanılarak) terkedilmesi ise "sehiv secdesi"ni gerektirir. Vacibin tehir edilmesi durumunda da sehiv secdesi gerekir.
Genel olarak fıkıh kitaplarımızda sehiv secdesini gerektiren durumlar üç başlıkta toplanmıştır.
1) Farzın tehiri
2) Vacibin terki
3) Vacibin tehiri
Namazın farz ve vaciblerini yerli yerinde hakkını vererek tertibe riayet ederek yapmak vacibtir. Bu itibarla farzın ve vacibin tehiri durumunda vacibin terki tahakkuk etmektedir. Buna binaen sehiv secdesini gerektiren durumları "vacibin terki" kısmının altında cemetmemiz mümkündür. Zira diğer iki kısım, bu kısma rucu' etmektedir.
Sehiv secdesi yapılmasını gerektiren durumlar
Takdim veya tehir.
Namaz kılan bir kimse kıyam edeceği (ayakta duracağı) yerde oturması veya oturacağı yerde ayağa kalkması durumunda sehiv secdesi yapar. Çünkü vacib olan birinci oturuşla beraber kıyamı vaktinden sonraya tehir ve vaktinden önceye takdim vardır. Mugıre bin Şu'be'den (r.a) rivayet etmiştir ki: Peygamber Efendimiz (s.a.v) ikinci rekatta oturmadan yanılarak üçüncü rekâta kalkmış, sahabi "Sübhanallah" demişler, Efendimiz (s.a.v) oturmaya dönmemiş, tekrar "sübhanellah" demişler yine dönmemiş ve namazın sonunda sehiv secdesi yapmıştır. (Badayi' cilt:1 shf:164)
Aynı şekilde, secde edecek yerde ruku etmek veya ruku edecek yerde secde etmek veya iki kere ruku' etmek veya üç defa secde etmek de sehiv secdesini gerektirir. Çünkü bu durumlarda farzı yeniden kaydırmak veya vacibi tehir vardır.
Aynı şekilde, bir rekâttan bir secdeyi terketse, sonra onu namazın sonunda hatırlasa, bu secdeyi yapar. Sonra da bu tehiri telâfi için sehiv secdesi yapar.
Aynı şekilde, teşehhüd miktarı oturmadan önce veya teşehhüd miktarı oturduktan sonra beşinci rekâta kalksa ve yanıldığı hatırlayıp otursa sehiv secdesi yapar. Çünkü farzı aslî vakti olan son oturuştan sonraya bırakmış veya vacibi (yani selâmı) tehir etmiştir.
Yani birinci oturuşta teşehhüdü okuma üzerine ziyade yapsa, Peygamber Efendimiz (s.a.v)'e salât etse, Hasan bin Ziyad'ın "Emali" isimli eserinde Ebu Hanife (R.H)'den naklen denilmiştir ki: Bu kimse üzerine sehiv secdesi vardır. Yani sehiv secdesi yapar. İmam-ı Ebi Yusuf ve Muhammed (Rahimehumellah)'e göre sehiv secdesi vacib olmaz. Çünkü bu iki imam, sehiv secdesi namazda meydana gelen bir noksanlıktan dolayı yapılır. Peygamber Efendimiz'e salât etmek bir noksanlık değildir. Öyle ise bu kimseye sehiv secdesi gerekmez demişlerdir. İmam-ı Azam (R.H) ise sehiv secdesinin Peygamber Efendimiz (s.a.v)'e salât etmeden dolayı değil, şu kadar var ki bu tehir salât etme sebebiyle hasıl olmuştur.
Namazda secde ayetini okusa ve secde etmeyi unutsa sonra onu namazın sonunda hatırlasa, tilâvet secdesini yapar sonra da sehiv secdesi yapar. Çünkü vacibi tehir etmiştir.
Öğle namazı kılan bir kimse ikinci rekâtın oturuşunda namazı dört rekâta tamamladığını zannederek selâm verse, oturduğu yerde iken iki rekât kıldığının farkına varsa, namazını dört rekâta tamamlar ve sehiv secdesi yapar. Namazını tamamlar. Çünkü, yanılarak selâm verdiğinden bu selâmla namazdan çıkmaz. Sehiv secdesi yapması gerekir. Çünkü, ikinci iki rekâta kalkma farzını tehir etmiştir. (Bedayi' cilt:1 shf:164)
İmam-ı A'zam (R.H)'a göre Fatiha'dan bir ayetin terki ile sehiv secdesi gerekir. Diğer iki imamımıza (Ebu Yusuf ve Muhammed) göre Fatiha'nın çoğunun terki ile sehiv secdesi gerekir. "Fethu'l Kadir" isimli eserde "Muhit" isimli esere tabi olarak bununla hükmedilmiştir. (Tahtavî shf:374)
Namaz kılan ilk iki rekâtta veya bu iki rekâtın birinde Fatiha'yı terketse, sehiv secdesi gerekir. Fatiha'nın çoğunu okusa kalanı unutsa, üzerine sehiv secdesi yoktur. Eğer Fatiha'nın bir kısmını okur, çoğu kalırsa sehiv secdesi etmesi gerekir. İster imam olsun, ister tek başına kılan olsun hüküm aynıdır. Son iki rekâtta Fatiha'yı terkederse, sehiv secdesi gerekmez. Bu, farz namazı kılması durumundadır. Eğer nafile namaz veya vitir namazı kılıyorsa sehiv secdesi yapması gerekir.
İlk iki rekâttan birinde sure'den önce Fatiha'nın tamamını veya bir kısmını tekrarlasa, sehiv secdesi yapar.
Fatiha'dan sonra sure okumayı terketse, ruku'da veya ruku'dan kalktığında secde etmeden önce onu hatırlasa, sureyi okur ve ruku'u iade eder. Sehiv secdesi yapması da üzerine vacibtir. Eğer ruku'u iade etmezse namazı fasit olur. Aynı şekilde sure okuyup Fatiha'dan sehvetse (yani onu okumasa) sonra hatırlasa, önce Fatiha'yı sonra sure okur ve ruku'u iade eder. Sehiv secdesi de üzerine vacib olur.
Ruku'da veya secde'de yahut secdeye gitmek için ruku'dan kalktığında (kavme) bir ayet okursa, sehiv secdesi gerekir.
Tahiyyata oturuşta kıraat ederse (ayet okursa) bakılır; birinci veya ikinci oturuşta teşehhüdden önce (yani Ettahiyyatü'yü okumadan önce) kıraat ederse, üzerine sehiv secdesi vacibtir. Çünkü oturuşun evvelinde ettahiyyat'ı okumaya başlama vacibini terketmiştir. Eğer Ettahiyyatü'yü okuduktan sonra kıraat ederse bakılır; şayet bu birinci oturuşta olursa, üzerine sehiv secdesi vacibtir. Çünkü Ettahiyyatü'yü bitirmeye kıyamı bitiştirme vacibini tehir etmiştir. Eğer son oturuşta olursa üzerine sehiv secdesi vacib olmaz.
Birinci veya son oturuşta Ettahiyyatü'yü okumayı terketse sehiv secdesi gerekir. Ettahiyyatü'nün bir kısmını terketse de hüküm aynıdır. Bu terketme ister farz namazda olsun ister nafile namazda olsun hüküm değişmez.
Kıyam'da Ettahiyyatü'yü okusa bakılır; eğer birinci rekâtta olursa sehiv secdesi gerekmez. İkinci rekâtta olursa meşayıh ihtilâf etmiştir. Sahih olan görüş, sehiv secdesinin gerekmemesidir.
Kıyamında Fatiha'yı okumadan önce Ettahiyyatü'yü okusa sehiv secdesi gerekmez. Fatiha'dan sonra okursa sehiv secdesi gerekir. En sahih olan görüş budur. Çünkü Fatiha'dan sonrası sure okuma mahallidir. Orada Ettahiyyatü'yü okursa vacibi tehir etmiş olur. Fatiha'dan öncesi ise dua mahallidir. Orada Ettehiyyatü'yü okumasıyla mahallin hilâfına çıkmış olmaz.
Birinci oturuşta teşehhüdü tekrar etse, sehiv secdesi gerekir. Birinci oturuşta teşühhüd üzerine Peygamber Efendimize salat'ı ziyade etse sehiv secdesi gerekir. Ziyadenin miktarı hususunda alimler ihtilâf etmiştir. Bazıları sehiv secdesini gerektiren ziyade اَلَّهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ demek iledir demiştir. Bazıları da وَعَلَى اَلِ مُحَمَّدٍ 'i demedikçe sehiv secdesi vacib olmaz demişlerdir. En sahih görüş birinci görüştür.
Teşehhüdü okumayı unutsa hatta selâm verse sonra okumadığını hatırlasa, teşehhüd eder. Ebu Hanife ve Ebu Yusuf'a göre sehiv secdesi yapması da vacib olur.
Namaz kılan namazında otursa ve teşehhüd etse sonra üç rekat mı, yoksa dört rekat mı kıldığında tereddüt etse? O kadar ki bu, onu selâm vermekten alıkoysa sonra dört rekât kıldığına dair kesin kanaat getirse, namazını tamamlar ve sehiv secdesi yapar. Çünkü bu tekbir bayram namazı tekbirleri mesabesindedir.
İmamın sehiv secdesini gerektiren bir şey yapmasıyla hem imam, hem de imama tabi olanlara sehiv secdesi gerekir. İmama uyanlara sehiv secdesinin vacib olması, imamın sehvi (sehiv secdesini gerektiren yanılması) cemaatın ona uymaları vaktinde olması şartına bağlı değildir. Hatta bir kimse imamın sehvetmesinden sonra ona uyacak olsa, imamla beraber ona tabi olarak sehiv secdesi yapması gerekir.
İmama uyanın sehvetmesi ne imam için ne de kendisi için sehiv secdesini gerektirmez.
İmam sehiv secdesi yapması gerektiği halde sehiv secdesini terkederse, ona uyanların kendi başlarına sehiv secdesi yapmaları gerekmez.
Mesbuk (rekât kaybı olan yani imam en az bir veya daha fazla rekât kıldıktan sonra imama uyan kişi) sehiv secdesinde imamına tabi olur. Onunla beraber sehiv secdesi yapar. Sonra geçilmiş olduğu rekât veya rekâtları kazaya kalkar namazın sonunda imamla beraber yapmış olduğu sehiv secdesini iade etmez.
Lâhik (imamla beraber namaza başlayıp abdestinin bozulması gibi bir sebeble namazdan bir veya daha fazla rekât ayrı kalıp sonra onları kılmaya gelen kişi) imamla beraber sehiv secdesi yaparsa buna itibar edilmez ve namazının sonunda sehiv secdesi yapar.
Mesbuk'un, imamı selâm verdikten sonra üzerinde sehiv secdesi olup olmadığını anlaması için biraz beklemesi lâyık olandır.
Şayet mesbuk sehiv secdesinde imamına uymayacak olur ve geçildiği rekât veya rekâtları kazaya kalkacak olursa, sehiv secdesi üzerinden düşmez. Namazın sonunda sehiv secdesi yapar.
İmam selâm verse ve mesbuk ayağa kalksa sonra imam üzerinde sehiv secdesi olduğunu hatırlasa ve imam, mesbukun kaza için kalkmış olduğu rekâtı secde ile kayıtlamadan önce sehiv secdesi yapsa, mesbuk o rekâtı bırakıp imamına uyar ve onunla beraber sehiv secdesi yapar. Sonra geçildiği rekât veya rekâtların kazasına kalkar. Önceki kalkışta yapmış olduğu kıyam, kıraat, ruku gibi fiilleri itibara alınmaz. Şayet bu mesbuk sehiv secdesi için imama uymaya dönmez ve namazına devam ederse, namazı caiz olur. Namazı bitince "istihsanen" sehiv secdesi yapar. Bu mesbuk kaza için kalktığı rekâtı secde ile kayıtladıktan sonra imamı sehiv secdesi yaparsa, imama uymaya dönmez. Eğer imama uymaya dönecek olursa namazı fasit olur.
Lâhik kaza ettiği rekât veya rekâtlarda sehiv secdesini gerektiren bir fiilde bulunacak olsa, onun için sehiv secdesi yapmaz. Mesbuk böyle değildir. Çünkü o, geçildiği rekât veya rekâtlarda sehvetse sehiv secdesi yapar.
Mesbuk'un imamı sehvetse, fakat mesbuk imamıyla beraber sehiv secdesi yapmasa ve geçildiği rekât veya rekâtlara devam etse bu esnada da sehiv secdesini gerektiren bir fiilde bulunsa namazın sonunda bir sehiv secdesi ona kifayet eder.
TİLAVET SECDESİ
Kur'an'ı Kerim'in ondört yerinde geçen secde ayetlerinden birini okumak veya işitmek sebebiyle yapılan secdeye tilâvet secdesi denir.
Ebu Hureyre (R.A) Peygamber Efendimiz (s.a.v)'den şöyle rivayet etmiştir: Adem oğlu secde ayetini okuyup ta secde ettiği zaman şeytan ağlayarak kaçar ve şöyle der: Adem oğlu secde ile emrolundu secde etti onun için cennet vardır. Ben de secde ile emrolundum secde etmedim benim için de cehennem vardır. (Bedayiüssanayi' cilt:1 shf:180)
Secde ayetleri bulundukları sure isimleriyle beraber şu ayetlerdir:
1- Araf suresinde 206. ayet.
اِنَّ الَّذِِيَن عِنْدَ رَبِّكَ لايَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِهِ وَيُسَبِّحُونَهُ وَلَهُ يَسْجُدُونَ
"Gerçekten Rabbinin katında olanlar (melekler) Allah (c.c)'a kulluk etmekten kibirlenmezler. O'nu tesbih ederler ve yalnız ona secde ederler."
2- Ra'd suresinde 15. ayet.
وَِللهِ يَسْجُدُمَنْ فىِالسَّمَاوَاتِ وَاْلاَرْضِ طَوْعاً اَوْ كَرْهاً وَظِلاَلُهُمْ بِاْلغُدُوِّ وَاْلآصَالِ
"Göklerde ve yerde kim varsa, kendileri de, gölgeleri de sabah, akşam ister istemez Allah (c.c)'a secde ederler."
3- Nahl suresinde 49. ayet
وَِللهِ يَسْجُدُ مَا فىِالسَّمَاوَاتِ وُمَا فىِاْلاَرْضِ مِنْ دَابَّةٍ وَاْلَمَلائِكَةُ وَهُمْ لاَيَسْتَكْبِرُونَ
"Göklerde ve yerde ne varsa canlı olsun, melek olsun yalnız Allah (c.c)'a secde ederler. Hem o melekler kibirlenmezler."
4- İsra suresinde 107. ayet.
قُلْ آمِنُوابِهِ اَوْلاَ تُؤْمِنُوا اِنَّ الَّذِينَ اُوتُوا الْعِلْمَ مِنْ قَبْلِهِ اِذَايُتْلٰى عَلَيْهِمْ يَخِرُّونَ
"(Mekke kâfirlerine) de ki: Ona ister inanın, ister inanmayın! Çünkü bundan önce kendilerine ilim verilenler (Ehl-i kitabın mü'minleri) kendilerine o okununca, yüzleri üstü secdeye kapanıyorlar.
5- Meryem 58. ayet
اُولٰئِكَ الَّذِينَ اَنْعَمَ اللهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيِينَ مِنْ ذُرِّيَّةِ آدَمَ وَمَّمِنْ حَمَلْنَا مَعَ نُوحٍ وَمِنْ ذُرِّيَّةِ اِبْرَاهِيمَ وَاِسْرَائِيلَ وَمِمَّنْ هَدَيْنَا وَاجْتَبَيْنَا اِذَا تُتْلَى عَلَيْهِمْ آيَاتُ الرَّحْمٰنِ خَرُّوا سُجّداً وَبَّدِيّاً
"İşte bunlar, Allah (c.c)'ın kendilerine nimet ihsan buyurduğu peygamberlerden, Adem soyundan ve Nuh ile beraber gemiye bindirdiklerimizden, İbrahim ile İsrâil'in zürriyetinden ve hidayet vererek seçtiğimiz kimselerdendir. Kendilerine Rahman'ın ayetleri okunduğu vakit, ağlayarak secdeye kapanırlardı."
6- Hac suresinde 18. ayet
اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللهَ يَسْجُدُ لَهُ مَنْ فىِالسَّمَاواتِ وَمَنْ فىِاْلاَرْضِ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُ واَلنَّجُومُ وَالْجِبَالُ وَالشَّجَرُ وَالَّدَوابُّ وَكَشِيرٌ مِنَ النَّاسِ وَكَثِيرٌ حَقَّ عَلَيْهِ الْعَذَابُ وَمَنْ يُهِنِ اللهُ فَمَالَهُ مِنْ مُكْرِمٍ اِنَّ اللهَ يَفْعَلُ مَايَشَاءُ
"Görmedin mi, göklerde ve yerde olan herkes, Güneş, Ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlardan bir çoğu hep Allah (c.c)'a secde ediyor. Bir çoğunun da üzerine azap hak olmuş! Allah kimi hor bırakırsa, artık ona ikram edecek yoktur. Şüphesiz Allah (c.c) dilediğini yapar."
7- Furkan suresinde 60. ayet
وَاِذَا قِيلَ لَهُمُ اسْجُدُا لِلرَّحْمٰنِ قَالُوا وَمَالرَّحْمٰنُ اَنَسْجُدُ لِمَا تَأْمُرُنَا وَزَادَهُمْ نُفُوراً
"Kâfirlere "Rahman'a secde edin!" denildiği vakit, "Rahman neymiş? Biz senin emrettiğine mi secde edeceğiz? dediler. Bu emir, onların (imandan) nefretini artırdı."
8- Neml suresinde 25. ayet
اَلاَّ يَسْجُدُ ِللهِ الَّذِى يُخْرِجُ الْنَجْئَ فىِالسَّمَاوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَيَعْلَمُ مَاتُخْفُونَ وُمَا تُعْلِنُونَ
"(Evet süslü göstermiş ki), göklerde ve yerde gizli olan şeyleri meydana çıkaran, gizledikleri ve açıkladıkları herşeyi bilen Allah (c.c)'a secde etmesinler."
9- Secde suresinde 15. ayet
اِنَّمَا يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا الَّذِينَ اِذَا ذُكِّرُوا بِهَاخَرُوا سُجَّداً وَسَبَّحُوا بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَهُمْ لاَيَسْتَكْبِرُونَ
"Bizim ayetlerimize ancak öyle kimseler iman ederler ki, o ayetlerle kendilerine nasihat edildiği vakit, secdelere kapanırlar ve Rablerine hamd ile tesbih ederler, hem onlar kibirlenmezler."
10- Sâd suresinde 24. ayet
... وَظَنَّ دَاوُدُ اَنَّمَا فَتَنَّاهُ فَاسْتَغْفَرَ رَبَّهُ وَخَرَّ رَاكِعاً وَاَنَابَ
"... Dâvut kendisini imtihan ettiğimizi sanmıştı. Hemen Rabbine istiğfar edip eğilerek yere kapandı ve tevbe ile Allah (c.c)'a yöneldi."
11- Fussilet suresinde 38. ayet
فَاِنْ اِسْتَكْبَرُوا فَالَّذِينَ عِنْدَ رَبِّكَ يُسَبِّحُونَ لَهُ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَهُمْ لاَيَسْئَمُونَ
"Eğer (Allah (c.c)'a ibadetten) kibirlenirlerse, Rabbinin katında bulunanlar (melekler) gece gündüz O'na tesbih ederler. Hem onlar hiç usanmazlar.
12- Necm suresinde 62. ayet
فَاسْجُدُوا ِللهِ وَاْعبُدُوا
"Haydi Allah (c.c)'a secde edin. İbadet edin!"
13- İnşikak suresinde 21. ayet
وَاِذَا قُرِئَ الْقُرْآنُ عليهم لاَيَسْجُلُونَ
"Ve karşılarında Kur'an okunduğu vakit secde etmiyorlar."
14- Alâk suresi 19. ayet
كَلاَّ لاَتُطِعْهُ وَاسْجُدْ وَاقْتَرِبْ
"Hayır! Sen ona itaat etme. Secde et ve (Allah'a) yaklaş."
Bu ayet-i kerimelerden birini okuyan veya işiten üzerine tilâvet secdesi biz Hanefilere göre vacibtir. Diğer üç mezhebe göre sünnettir.
Tilâvet secdesi yapacak olan kişi ellerini kaldırmaksızın "Allahu Ekber" diyerek secdeye kapanır. Secde de üç defa سُبْحَانَ رَبِّىَ اْلاَعْلٰى der. Sonra "Allahu Ekber" diyerek secdeden kalkar.
Tilâvet secdesinin ayaktan eğilerek secdeye kapanılması, secdeyi yaptıktan sonra ayağa kadar kalkması, kalkılırken غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَاِلَيْكَ الْمَصِيرُ denilmesi müstehabtır.
Aynı şekilde inilirken ve kalkarken tekbir getirilmesi de müstehabtır. Secde ise vacibtir.
Tilâvet secdesinin şartı, abdestsizlikten ve necasetten temiz olmaktır. Özür olmaksızın tilâvet secdesi için teyemmüm etmek caiz değildir.
Kıbleye yönelmek ve avreti örtmek de şarttır. Tilâvet secdesinin rüknü: Alnı yere koymaktır.
Tilâvet secdesinin namazda derhal yapılması vacibtir. Namazın haricinde ise yapılması sürelidir.
Bir secde ayetinin secdeyi gösteren kelimesiyle beraber o kelimenin öncesinden veya sonrasından bir kelime daha okursa tilavet secdesi gerekir. Diğer bir görüşe göre secde ayetinin çoğunu secdeyi gösteren kelimeyle beraber okumadıkça tilâvet secdesi vacib olmaz.
Bir adam bir secde ayetini bir topluluğun her birinden kelime kelime işitse, secde etmesi üzerine vacib olmaz. Çünkü secde ayetini bir okuyandan işitmemiştir.
Secdenin vacib olmasında kural şudur: Her kim ki, eda veya kaza bakımından namazın vucubuna ehildir, (yani namaz eda veya kaza bakımından ona vacibtir) tilâvet secdesinin vucubuna da ehildir. Her kim ki, eda ve kaza bakımından namazın vucubuna ehil değildir, tilâvet secdesinin vucubuna da ehil değildir. Hâtta secde ayetini okuyan kâfir, deli, çocuk, hayızlı kadın veya nifaslı kadın olursa, onlara tilâvet secdesi lâzım gelmez. Bu kimseler secde ayetini dinleyen kişiler olsalar tilâvet secdesi yapmazlar.
Bu kimselerden akıllı, buluğa eren bir müslüman secde ayetini dinlese, tilâvet secdesi yapması üzerine vacib olur.
Abdestsiz veya cunup secde ayetini okusalar veya dinleseler tilâvet secdesi üzerlerine vacib olur.
Bir kimse secde ayetini bir kuştan işitse, üzerine tilâvet secdesi vacib olmaz.
Secde ayetini aks-i sada'dan işiten kimse üzerine tilâvet secdesi vacib olmaz.
Radyo ve benzeri aletlerden işitilen secde ayetinden dolayı secde edilmesi gerekir mi?
Radyo ve benzeri aletlerden işitilen ses aks-i sada olmaktan ziyade okunan şeyin aynını nakletmektir. Bu itibarla radyo ve benzeri aletlerden işitilen secde ayetinden dolayı tilâvet secdesi yapılmasının vacib olması uygun olan görüştür. Kaldı ki, üzerine vacib olmasa bile bir müslümanın secde yapması ihtiyata muvafık olandır.
Uyuyan bir kimseye uyandığında, uyurken secde ayetini okuduğu haber verilse, üzerine tilâvet secdesi vacib olur.
Bir kimse sarhoş iken secde ayetini okusa, tilâvet secdesi üzerine vacib olur. Sarhoştan işiten kişiye de vacib olur.
Bir kadın namazında secde ayetini okusa ve onun için secde etmese hatta hayız olsa, secde ondan düşer.
Nafile namaz kılan bir kimse secde ayetini okusa ve onun için secde yapsa sonra bu namazı fasit olsa ve onu kaza etmek üzere vacib olsa, kaza ederken bu tilâvet secdesini iade etmesi lâzım gelmez.
Bir müslüman secde ayetini okusa sonra dinden çıksa (Bundan Allah'a sığınırız.) Sonra müslüman olsa, bu secde onun üzerine vacib olmaz.
Secde ayetini yazmakla tilâvet secdesi vacib olmaz.
Bir secde ayeti arapça okunursa, her işitenin secde etmesi ittifakla vacibtir. Şu kadar var ki, okunan ayetin secde ayeti olduğu dinleyen tarafından bilinmezse kendisine haber verilinceye kadar secde etmeyi tehir etmesinde mazur sayılır.
Secde ayetinin Farisî lisanıyla tercemesi okunacak olursa, İmameyn'e göre bunu işittiği halde anlamayan kimseye mücrerret haber verilmesiyle tilâvet secdesi vacib olmaz. İmam-ı A'zam'a göre bunun, secde ayetinin Farisî, lisanıyla tercemesi olduğu haber verilirse secde vacib olur. İmam-ı A'zam'ın İmameyn'in görüşüne döndüğü rivayet edilmiştir.
Secde ayetini heceleyerek okumakla veya ona bakmakla tilâvet secdesi gerekmez.
İmam secde ayetini okuduğu zaman hem imam hem de imama uyanlar tilâvet secdesi yaparlar. İmama uyanlar secde ayetini duysun veya duymasın, bu okuma ister kıraatı aşikâr olan bir namazda olsun, ister kıraatı aşikâr olmayan bir namazda olsun hüküm aynıdır. Tilâvet secdesi yaparlar. Şu kadar var ki, kıraatı aşikâr olmayan namazda imamın secde ayetini okumaması müstehabtır.
Şayet imamla beraber namazda olmayan bir kimse secde ayetini imamdan işitse ve namaza girmese, secde ona lâzım gelir.
Bir kimse imamdan secde ayetini işitse ve imam secde etmeden önce namaza girse (yani imama uysa) imamla beraber tilâvet secdesini yapar. İmam tilâvet secdesini yaptıktan sonra namaza girse tilâvet secdesi yapmaz. Bu, o rekâtın sonunda imama yetişmesi durumundadır. Eğer imama başka bir rekâtta yetişirse, namazı bitirdikten sonra tilâvet secdesi yapar.
İmama uyan secde ayetini okursa, ne kendisine, ne imamına ne de imama uyan diğer kişilere ne namazda ne de namazdan sonra tilâvet secdesi vacib olmaz.
Namaz kılan bir kimse namazda olmayan bir kişiden secde ayetini işitse, namaz bittikten sonra secde eder.
Namazda secde edecek olursa ona kifayet etmez. Namaz fasit olmaz.
Namaz kılan bir kimse secde ayetini okusa, sonra onu işitse ve namazda tilâvet secdesi yapsa, namazdan sonra onu iade etmez. Eğer bu kişi önce secde ayetini işitir, sonra onu okursa ve namazda tilâvet secdesi yaparsa, bu hususta iki rivayet vardır. "Sirac" isimli eserde tilâvet secdesini iade etmemesi ile hükmedilmiştir.
Eğer secde ayetini namazda okursa; secde ayeti surenin ortasında olursa en faziletli olan tilâvet secdesini yapması sonra kalkması, sureyi tamamlayıp ruku' etmesidir. Şayet secde etmez tilâvet secdesine niyet ederek ruku' ederse kıyasen ona kifayet eder. Biz bu görüşle amel ederiz. Şayet ruku' etmez, tilâvet secdesi de yapmaz ve sureyi tamamlar sonra da tilâvet secdesine niyet ederek ruku' ederse, ona kifayet etmez. Ruku' ile ondan tilâvet secdesi düşmez. Namaza devam ettiği süre içerisinde onu kaza etmek üzerine vacibtir. خواهر ذاده diye ma'ruf olan Şeyhu'l imam zikretmiştir ki: Secde ayetinden sonra üç ayet okuduğu zaman fevriyet (tilâvet secdesinin derhal yapılması) ortadan kakar. Yapılan ruku, secde yerine geçmez. Müstakilları ruku veya secde yapılması gerekir. Secde yapılması daha faziletlidir. Her ne kadar Şeyhu'l imam böyle demiş ise de, secde ayetinden sonra üç ayet okunması durumunda ihtilâf vardır. Tercih edilen görüş, bununla secdenin derhal yapılmış olması, fevriyetin kesilmemesidir.
Şayet secde ayeti surenin sonunda ve sonrasında iki veya üç ayet olan ise, kişi muhayyerdir. Dilerse secde ayetiyle ruku' eder, dilerse secde eder. Secde ayetiyle ruku' etmek isterse sureyi bitirmesi ve ruku etmesi caizdir. Secde ayetiyle secde yapar sonra kalkarsa sureyi bitirir ve ruku eder. Bu sureye başka bir sureden bir şey katarsa faziletli olur.
Namazda secde ayetini okur ve onunla ruku etmek isterse, ruku' esnasında niyete muhtaçtır. Eğer ruku' esnasında (tilâvet secdesine) niyet bulunmazsa, bu ruku' tilâvet secdesi yerine kifayet etmez.
Tilâvet secdesine niyet etmese bile tilâvet secdesinin namazın secdesi ile eda edileceği hususunda alimler icma' etmiştir.
Namaz kılan kişi tilâvet secdesini yerinde yapmayı unutsa sonra ruku'da veya secde'de veya oturuşta onu hatırlasa, secdeye kapanır sonra bulunduğu hale (yani ruku'da idi ise ruku'a secde'de idi ise secdeye, oturuşta idi ise oturuşa) döner ve o hali istihsanen iade eder. Eğer iade etmezse namazı fasit olmaz.
Tilâvet secdesi için okuyanın öne geçmesi, dinleyenlerin arkasında saf tutmaları ve secde etmeleri müstehabtır.
Bir secde ayetinin aynı yerde defalarca okunması durumunda bir tilâvet secdesi yeterli olur.
Bir secde ayetini ayrı ayrı yerlerde okuyacak olsa veya aynı yerde ayrı secde ayetlerini okuyacak olsa, her bir secde ayeti için tilâvet secdesi gerekir.
CUMA NAMAZI
Cuma namazına bu ismin verilmesinin sebebi, insanların bu namazı kılmaları için toplanmalarıdır. Bir görüşe göre Hz. Adem'in (a.s.) yaratılışı bugünde cem'edilmesidir. Bir görüşe göre Adem ile Havva (Aleyhimesselâm) nın bugünde biraraya gelmesidir. Bir görüşe göre Allahu Tealâ'nın kullarıyla rahmeti arasını bu günde cemetmesidir.
Cuma gününe "mü'minlerin bayramı" denilir. Bu günde ruhlar biraraya gelir. Kabirler ziyaret edilir. Ölü kabir azabından emin olur. Bu günde veya gecesinde ölen kabir azabından emin olur. "Kehf" suresini okumak bu güne tahsis edilmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Güneşin üzerine doğduğu günlerin en hayırlısı Cuma günüdür" Adem (a.s) bu günde yaratıldı. Bu günde cennete koyuldu. Bu günde cennetten çıkarıldı. Kıyamet de bu günde kopacaktır.
Cuma gününde öyle bir saat vardır ki, müslüman bir kul namaz kılarken bu saate rastlar da Allah (c.c) tan bir şey isterse, mutlaka Allahu Tealâ istediğini ona verir. Abdullah bin Selâm demiştir ki: Bu saat, Cuma günün son saatidir. "Ahmed" demiştir ki: Hadislerin çoğu İbn-i Selâm'ın görüşü üzerinedir. Denilmiştir ki bu saat (vakit) imamın minbere çıktığı vakitten namazı bitirinceye kadar olan vakittir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Cuma günü günlerin en faziletlisidir. Allah (c.c) katında Cuma günü Ramazan ve Kurban bayramı günlerinden daha faziletlidir."
İbnü'l Müseyyeb şöyle demiştir: Cuma, Allahu Tealâ'ya nafile hac'dan daha sevimlidir.
İbn-i Abbas (r.a)'dan merfu' olarak rivayet edilmiştir ki: "Cuma miskinlerin haccıdır." Bir rivayette "fakirlerin haccıdır" ifadesi vardır. (Haşiye el-Tahtavî Alâ Merakı'l Felah Şerh-i Nuru'l İzah shf:409)
Cuma namazı kitap, sünnet ve icma' ile sabit olan farz-ı ayn bir ibadettir. Hicretten önce Mekke'de farz kılınmıştır. Müşriklerin baskıları yüzünden Mekke'de kılınamamıştır. Peygamber Efendimiz (s.a.v) Medine'ye hicret edinceye kadtar ilk Cuma namazını kıldıran zat "Mus'ab bin Umeyr"dir. Peygamber Efendimiz (s.a.v)'in ilk Cuma namazını Medine yakınlarındaki Ranunâ vadisindeki "Salim b. Avf" kabilesini ziyaretleri sırasında oradaki namazgahta kıldırmış olduğu da rivayet edilmiştir.
Cuma namazının vucubunun şartları
1- Erkek olmak.
Kadınlara Cuma namazı kılmak vacib değildir. Çünkü onlar kocalarına hizmet ile meşguldürler. Ayrıca erkeklerin toplandıkları yere çıkmaktan da menedilmişlerdir. Zira kadınların erkeklerin toplandıkları yerlere çıkmaları fitneye sebebtir.
Bazıları, Cuma namazına dair hitabın erkeklere olmakla beraber tabiiyet yoluyla kadınları da kapsadığını, bu sebele kadınlara da Cuma namazının farz olduğunu söyleyebilir. Bunlara verilecek en kestirme cevap, ondört asırdır. Cuma namazına dair uygulama ve bu zaman içerisinde hiçbir alimin Cuma namazının kadınlara da farz olduğuna dair görüş beyan etmemesidir.
Bu durum Cuma namazının kadınlara farz olmadığı hususunda icma' olduğunu ortaya koymaktadır.
2. Hür Olmak.
Kölelere Cuma namazı kılmak farz değildir. Mükâteb kölelere Cuma namazı farzdır.
3. Mukim olmak.
Yolcu olan kimselere Cuma namazı farz değildir.
4. Sıhhatli Olmak.
Hasta olup Cuma namazına gidemeyen veya gitmesi durumunda hastalığının artmasından korkan kimselere Cuma namazı farz olmaz. Cuma namazına gitmesi durumunda hastaya zarar geleceğinden korkan hasta bakıcı için de Cuma namazı farz değildir.
Kör olan kişiye Cuma namazı farz olur mu?
Kör olan bir kimse kendini camiye getirecek birini bulamazsa, alimlerin ittifakıyla Cuma ona farz olmaz. Ama kendisini camiye götürecek birini bulursa, "bu kişi onu ister rıza en lillah götürsün ister körün parası olması durumunda para karşılığı götürsün" İmam-ı Azam (R.H)'a göre, bu köre Cuma namazı yine farz olmaz. Ebu Yusuf ve Muhammed'e göre farz olur.
Cuma namazı kendilerine farz olmayan kadınlar, köleler ve hastalar, Cuma'yı kılacak olurlarsa günün öğle namazı üzerlerinden düşer. Ayrıca öğle namazı kılmaları gerekmez.
İşçi çalıştıran kişi işçisini Cuma namazından menedebilir mi?
Ebu Ali el-Dekkak şöyle demiştir: İş veren işçisini Cuma namazından menedemez.
Fakat Cuma namazıyla meşgul olma süresine tekabul eden ücret işçiden kesilir. Bu, Cuma namazı kılınan yer çalıştığı yere uzak olması durumundadır. Eğer yakın olursa ücretten herhangi bir kesinti yapılmaz.
İşverenin işçisini Cuma namazından menetmesinin caiz olduğunu söyleyenler de vardır. Nitekim "İmam Ebu Hafs" bu görüştedir. Ancak metinlerin zahiri "Dakkak"'ın görüşüne şahitlik etmektedir.
Cuma namazının edasının şartları
1- Şehir veya şehrin finası
Şehir, hükümleri uygulayıp cezaları infaz edecek emiri, kadısı bulunan her yerdir. Hanefi mezhebinde meşhur olan görüş budur. Ancak Hanefilerin çoğunluğuna göre fetvaya esas olan görüş olarak şehir: En büyük mescidi Cumaya ehil olanları alamayacak kadar büyük olan yerdir.
Cuma namazını şehirde eda etmek sahih olduğu gibi şehre bağlı, şehrin civarındaki yerleşim alanlarında eda etmek de sahihtir. Zaten "Fina" şehre bitişik şehrin maslahatları için hazırlanmış olan yerler demektir. Ayrıca şehir, büyük olsun küçük olsun farzı eda edecek cemaatin yerleşik bulunduğu köy, belde gibi yerleşim birimlerini kapsar. Bu itibarla günümüzde köylerde kılınan Cuma namazları sahihtir. Ancak mezra gibi yerleşim yeri olmayan yerlerde Cuma namazı kılınmaz.
Köylü bir kimse Cuma günü şehre girer ve o gün orada beklemeye niyet ederse, Cuma namazı ona lâzım gelir. Eğer vakit girmeden önce veya vakitin girmesinden sonra çıkmaya niyet ederse, ona Cuma namazı lâzım gelmez.
2- Sultanın veya sultanın emrettiği kişinin Cuma namazını kıldırması. Sultanın emrettiği kişi emir, kadı veya hatiplerdir. Veliyülemr veya onun izin vermiş olduğu bir zatın bulunmadığı yerde örneğin: Darü'l harb'de müslümanlar kendilerinden birini seçerler. Bu kimse onlara Cuma namazını kıldırır.
Bir kimseye Cuma hutbesini okumaya izin verilmesi, Cuma namazını kıldırmasına da izindir.
İmam hazır olduğu halde kendisine izin verilmeyen bir adam Cuma hutbesini okusa, bu caiz olmaz. Ancak imam hutbe okumasını emretmiş olursa caiz olur.
3- Öğle vakti.
Cuma namazını kılabilmek için öğle namazının vaktinin girmişmiş olması gerekir. Bu vakit çıktıktan sonra Cuma namazı kılınamaz. Kaza da edilemez. Çünkü Cuma namazının kazası yoktur.
Cuma namazı kılınırken vakit çıkacak olsa namaz fasit olur. Eğer teşehhüd miktarı oturduktan sonra vakit çıkarsa, İmam-ı Azam (R.H)'a göre yine namaz fasit olur.
4- Hutbe.
Cuma namazının geçerli olmasının şartlarından biri de vaktin girmesinden sonra namazdan önce hatibin hutbe okumasıdır. Şayet hutbesiz veya vakit girmeden önce veya namazdan sonra hutbe okuyorduk. Cuma namazını kılacak olsalar caiz olmaz.
Hutbenin cemaat huzurunda okunması şarttır. Hutbe okunurken cemaat bulunmayıp, hutbe bittikten sonra gelip namaz kılsalar namazları caiz olmaz. Cemaatin bulunması şarttır, hutbeyi işitmeleri şart değildir. Hutbe sırasında müsafir de olsa bir erkeğin bulunması yeterli görülmektedir.
Cuma hutbesinin ruknu "zikrullah"dır. buna binaen hutbe niyetiyle الحمد لله veya سُبْحَانَ اللهِ veya لاَ اِلٰهَ اِلاَّ الله denilse yeterli olur.
İmam hutbe okurken cemaat tamamı uykuda olsa veya cemaatın hepsi sağır olsalar ve bu hutbeden sonra Cuma namazı kılsalar caizdir.
Hutbenin vacibleri:
1) Hatibin taharet üzere olması
2) Avret sayılan yerlerinin örtülü olması
3) Hutbeyi ayakta okuması
Hutbenin sünnetleri:
1) Hatibin hutbeye başlamadan önce içinden Euzu çekmesi (اَلمُوذُ باللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ) demesi)
2) Hutbeyi cemaata işittirmesi. Yani yüksek sesle okuması.
3) Hutbeye "Elhamdülillah" ile başlaması.
4) Allahu Tealâ'ya Sena'da bulunması.
5) Peygamber Efendimize (s.a.v) salat etmesi.
6) Kur'an okuması.
7) İkinci hutbede Allahu Tealâ'ya hamd ve sena'yı, Peygamber Efendimize salât'ı tekrar etmesi.
8) Erkek kadın bütün müslümanlara ziyade duada bulunması.
9) Tival-ı mufassal sureleri miktarınca her iki hutbeyi hafifletmesi. Hutbeyi çok uzatmak mekruhtur.
10) İki hutbe arasında oturması.
Hatib hutbe okumak için minbere çıktıktan sonra ne namaz kılmak ne de konuşmak yoktur.
Bu konuşma ister insanların normal konuşmaları olsun ister tesbih, aksırana "Yerhamukellah" demek veya selâm almak olsun hüküm aynıdır. Şayet diliyle konuşmaz fakat eliyle; gözüyle veya başıyla işaret ederse örneğin: bir insandan çirkin bir şey gören kişi, onu eliyle nehyetse bunda bir beis yoktur.
Hutbe esnasında imama yakın olanla ona uzak olan aynı hükümdedir.
5- Genel izin.
Cuma namazı kılınacak olan caminin kapılarının açılması ve herkesin menedilmeksizin oraya girmesine izin verilmesi cumanın geçerli olmasının şartıdır. Bir cemaat bir cami-i şerifte toplansalar sonra cami-i şerifin kapısını kapatıp içeride Cuma namazı kılsalar caiz olmaz.
6- Cemaat
İmamdan başka üç kişinin bulunması da Cuma'nın sahih olmasının şartıdır. Ebu Yusuf'a (R.H)'a göre imamdan başka iki kişi yeterlidir.
Cemaatın akıllı buluğa ermiş erkek olması ve İmam-ı A'zam (R.A)'a göre birinci secdeye kadar hazır bulunması şarttır. Buna binaen sadece kadınların veya çocukların hazır olmasıyla Cuma namazı olmaz.
Cemaatin mukım ve hür olmaları şart değildir. Hatta yolcu veya kölenin Cuma namazında imam olmaları caizdir.
Hapiste olanların Cuma günü şehirde öğle namazını cemaatla kılmaları mekruhtur. Bu kişilerin öğle namazlarını Cuma namazının kılınmasından sonra kılmaları müstehabtır.
Cuma için yıkanmak, misvak kullanmak, tekbir almak, güzel giyinmek, güzel kokular sürünmek müstehabtır.
Cuma günü camiye erkenden gitmek, tahiyyetü'l mescid namazı kılmak, "Kehf" suresini okumak mendubtur.
Cuma namazının kılınışı
Öğle namazının vakti girdikten sonra öğle namazının ilk dört rekât sünneti gibi dört rekât sünnet kılınır. İmam hutbe okuduktan sonra, kıraatı aşikâr olarak cemaata iki rekât Cuma'nın farzını kıldırır. Bu farzdan sonra yine ilk dört rekât sünnet gibi Cuma'nın son dört rekât sünneti kılınır.
Zuhri ahır
İmam-ı A'zam (R.A)'a göre bir şehirde Cuma namazı bir cam-i şerifte veya musalla'da kılınır. Birden fazla camide kılınmaz.
(Musalla: Şehrin dışında şehre bitişik olan, Cuma ve bayram namazlarının kılınması için kullanılan yerdir. Eskiden böyle yerler vardı.)
İmam-ı Muhammed'e ve İmam-ı A'zam (R. humellah) dan başka bir rivayete göre Cuma namazı bir şehirde birçok cami-i şerifte kılınabilir. En sahih olan görüş budur. Günümüz uygulaması da buna göredir.
Ebu Yusuf'tan bir kavle göre bir şehirde ancak iki yerde Cuma namazı kılınabilir.
Cuma namazı ancak bir cami-i şerifte kılınabilir diyenlere göre, bir şehirde birçok yerde kılınan Cuma namazlarından hangisi daha önce tekbir alınarak başlanılmışsa sadece o sahih olur. diğerleri sahih olmaz. Bu ihtilâftan kurtulmak için Cuma'nın dört rekât son sünnetinden sonra "Zuhri Ahir" adıyla dört rekât daha namaz kılınmaktadır. Bu namaza şöyle niyet edilir: "Vaktine yetişip henüz üzerimden düşmeyen son öğle namazına." Bu namaz öğle namazının dört rekât farzı gibi, yani son iki rekâtında Fatiha'ya sure katmadan veya dört rekât sünneti gibi, yani son iki rekâtında Fatiha'ya sure katarak kılınır. Dört rekât sünnet gibi kılmak evlâdır.